Diyalektik Düşüncenin Tarihi

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Bu dikkat çekici çalışmasında Selahattin Hilav diyalektik düşünceyi, Doğu düşüncesi ve Antik Yunan felsefesindeki kökenlerinden alarak,  Alman idealizminin ve özellikle Hegel’in bir miras gibi devralıp geliştirdiği ve Marxçılık içinde daha da somutlaşan, bilimselleşen ve zenginleşen bir varlık görüşü, düşünce biçimi ve yöntemi olarak tarihsel gelişimi içinde irdeliyor.

“Böylece gerçek diyalektik düşüncenin evreni olmuş bitmiş, değişmeyen, sonlu ve birbiriyle ilintisiz nesnelerin yığışımı olarak gören duruk ve çözümleyici görüşlerin ve felsefelerin karşıtı olduğunu belirtmeye yöneldik. Başka bir deyişle, gerçekliği sürekli bir oluş ve değişme, etkileşim ve nitel farklılıklar taşıyan yeni ve daha yüksek düzeylerin ve bütünlerin çelişkilerden geçerek ortaya çıkışı olarak, yani bir dinamik süreç olarak ele alan görüşler ve felsefeler üzerinde durduk.”

Diyalektiğin İdealist Temelleri

Hegel’in çeşitli yapıtlarında, diyalektik düşüncenin nasıl geliştiğini kısaca gördük. Şimdi bu düşüncenin, ne gibi bir düşünce olduğunu, yani diyalektik düşüncenin ne gibi bir öz ve nitelik taşıdığını açıklamaya çalışalım. Burada karşımıza çıkan ilk sorun şudur: diyalektiği bir düşünce yöntemi, ya da bundan daha fazla bir şey olarak nasıl ele alabiliriz? Hegel’in açısından bakacak olursak, bu soruya verilecek yanıt besbellidir. Hegel’e göre, diyalektik, bir düşünce yöntemidir, ama aynı zamanda bundan fazla bir şeydir. Diyalektik, düşüncenin kendisidir. Çünkü, düşüncenin temel yasaları, diyalektik yasalardır. Tinin Fenomenolojisi’nde, Hegel, bilincin gelişen bir organizma olduğunu ve diyalektik yasalara göre gelişip yine bu yasalara göre tanımlandığını göstermişti. Düşünce sürecini diyalektik bir biçimde dile getirdiğimiz zaman, bir dış içeriği olan ve bu içeriği biçimlendiren formel yasalar ortaya atmış olmuyoruz. Yaptığımız açıklamalar, aynı zamanda içeriği kendisiyle birlikte getirmekte ve içinde taşımaktadır. Ayrıca, diyalektik sadece düşüncenin ilkesi değil, aynı zamanda doğanın ve maddenin de ilkesi ve yaşamıdır. Hegel, doğanın, tarihin, devletin ve kültürün gelişme biçiminin diyalektik bir biçim olduğunu göstermiştir. Bu şu demektir: Bir şeyi tanıyıp bildiğimiz zaman, sadece düşüncemizin formlarını bilip tanımış olmayız. Aynı zamanda, bilgimizin konusu olan nesneyi de tanıyıp bilmiş oluruz. Kant’ın felsefesine göre bilgi, nesnesinin formel bir değişime uğratılması demektir. Başka bir deyişle, bilincimizin formları haline dönüşmesi demektir. Bundan ötürü, Kant’ın felsefesine göre, nesnenin kendisine hiçbir zaman ulaşamayız. Ulaştığımız şey, bu nesnenin bilincimize yansıttığı imgeden ibarettir. Oysa Hegel için bilgi, bir özdeşlik ilintisidir. Yani, bilgide, özne (bilinç), nesneye (maddeye) özdeştir. Çünkü, her ikisi de diyalektik bir biçimde kurulmuşlardır. Diyalektik bilgi, nesneldir. Bu, sadece fikirler aracılığı ile değil, hem fikirlerin hem de şeylerin aracılığı (yardımı) ile düşünüyoruz demektir. Diyalektik düşüncenin kaynağı, düşünce ile madde arasındaki canlı ve somut birlikte bulunmaktadır. Hegel, ampiristlerin ileri sürdüğü temel düşünceyi, yani “duyularda bulunmayan hiçbir şey zihinde bulunmaz” düşüncesini, bu düşüncenin tersinin de doğru olduğunu söyleyerek tamamlamıştır. Yani, “zihinde bulunmayan hiçbir şey duyularda bulunmaz” düşüncesi de ampiristlerin düşüncesi kadar doğrudur. Düşünce ve madde, özne ve nesne, aynı bütünün iki ayrı yüzüdürler ve evrenin üçüzlü diyalektik gelişmesini, aynı zamanda, ya da art arda gelecek biçimde gerçekleştirirler. Evren, diyalektik akla uygun düşen ve gittikçe açıklığa ve belirginliğe kavuşan formlara bürünerek kendini gerçekleştirir.

Bundan ötürü, diyalektik, düşüncenin formel bir bilimi değil, evrenin özüdür. Hegel’in, diyalektikten sadece mantık olarak değil, aynı zamanda bir metafizik olarak söz etmesi, bu anlamda doğrudur. Demek ki, diyalektik mantık, formel değil, ontolojiktir; yani varlığa ilişkindir. Hegel, diyalektik görüş açısından, yöntem ile bu yöntemin incelediği nesne arasında hiçbir fark olmadığını sık sık tekrarlamıştır. Diyalektik, dış bir şema değildir. Diyalektiğin ödevi, akli-olan’ın (rasyonel’in) zorunlu gelişmelerini dile getirmektir. Akli-olan’ın sadece düşüncede değil, varolan her şeyde mevcut olduğunu daha önce belirtmiştik. Düşünce ile nesnenin niçin özdeş olduklarını açıklamaktadır bu. Goethe şöyle demişti: “Hiçbir şey iç değildir. Hiçbir şey de dış değildir. Çünkü iç, dıştır.” Bu sözler, Hegel’in görüşüne de uygulanabilir. İdealist diyalektiğin ulaştığı en yüksek nokta budur.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.