Demokrasinin Türkiye Serüveni

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Demokrasinin Türkiye Serüveni, çağdaşlaşma sürecinde Batı’nın pek çok kurumunu benimseyen, benimserken de bunları önemli ölçüde kendine uyduran bir toplumun, demokrasiyle neler yaptığının bir dökümü.

Demokrasi, bir yönetim biçimi olarak çeşitli dönemlerde ve çeşitli coğrafyalarda, birbirinden çok farklı serüvenler yaşadı. Bugün gelinen noktada, en iyi ve belki de tek yönetim biçimi olduğu yaygın olarak düşünülüyor. Kimilerine göre demokrasinin Batılı kökenleri, bu yönetim biçiminin başka kültürlerde yerleşiklik kazanmasını zorlaştırıyor. Batı’da bile tek bir demokrasi biçiminin olmaması, demokrasiyi benimsemek isteyen ülkeler için bir yandan model seçme güçlüğü yaratıyor, ama öte yandan kendi özgül koşullarına uygun, başka modellere harfi harfine benzemek zorunda olmayan demokrasi biçimleri geliştirebilmelerine olanak tanıyor. Türkiye’de demokratik düşüncenin eyleme geçirilmesinin tarihine eğilen Profesör Bernard Lewis, bu kitapta derlediği dört makalesinde bu serüvenin kilometre taşlarını katediyor ve nüfusunun büyük çoğunluğu Müslüman olan ülkeler arasında neden yalnızca Türkiye’de bir demokrasi kültürü ve geleneği oluşabildiğini sorguluyor.

Ondokuzuncu ve yirminci yüzyılda modernleşme süreci bu durumun tersini kanıtlamıştır. Bunlar bir yandan yeni araçlarını yöneticilerin güçlerini pekiştirme ve yönlendirme araçlarına dönüştürerek durumu kötüleştirirken, bir yandan da daha önce egemenliğin etkin bir şekilde uygulanmasını sınırlayan aracı güçleri -ki bunların arasında bölge önde gelenleri, şehir aristokratları ve sulh yargıçları, dini ve askeri kuruluşlar vardır- fesheder ya da zayıflatır. Bu da Osmanlı demokrasisinin öncülerinin, durumlarını yabancı ve tuhaf düşüncelerle sunmak yerine, eski özgürlüklerin yeniden kurulması biçiminde sunulmasını sağlamıştır. Doğaldır ki çok büyük güçlükler yaşandı. Bunlar arasında dikkat çekici olanı devlette tanınmış bir yasama işlevinin olmayışıydı. İlke olarak tek geçerli yasa kutsal, sonsuz ve değişmez bir yasa olan Dini Yasa idi ve insanın rolü yorumlama ve uygulamayla sınırlıydı. Elbette, uygulamada yöneticiler yasalar yaptılar ve yürürlüğe koydular; yorumlama ve uygulama süreçleri ve bazen yasanın kodifikasyonu yasamayı oluşturuyordu. Ancak bu geleneksel bir toplumda bu şekilde tanınmıyor ve bu nedenle yasama yetkisini yerine getirecek hiçbir yasama organı, ruhani meclis, konsey ya da parlamento bulunmuyordu. Elbette toplantılar, tartışmalar ve danışma toplantıları yapılıyordu, ancak bunlar kurumsallaşmamıştı ve karar yetkileri yoktu. Merkezde yasama meclisinin ve başka noktalarda da benzer yapıların olmadığı düşünüldüğünde Batı tarzı temsil ve çoğunluk kararından oluşan iki yönlü demokrasiyi geliştirmeye ve uygulamaya gerek yoktu. Benzer mirasa sahip öteki ülkelerde olduğu gibi Türkiye'de de siyasi gelenek büyük ölçüde emir ve itaatlerden oluşuyordu. Bu iki alışkanlıktan vazgeçmek güçtür. Ancak bir girişimde bulunulmuştu; bu da önemli ölçüde başarıya ulaştı. Türk demokrasisinin göreceli başarısının bir açıklaması da başka yerlerde demokrasi yanlışlarının kavranması ve belki düzeltilmesine verilen değer olabilir. Sık ileri sürülen nedenlerden biri de Türk devletinin aralıksız varlığını sürdürmesidir. Batılı olmayan devletler arasında sadece Türkiye hiçbir zaman sömürgecilik yaşamamıştır ve hiçbir zaman imparatorluk yönetimi altına girmemiştir. Türkler her zaman kendi evlerinin ve gerçekte de uzun bir süre birçok evin sahibi olmuştur. İmparatorluklarını kaybettiklerinde ve kendi evlerinde bile direnişle karşılaştıklarında, Kurtuluş Savaşı'nı kazandılar ve böylelikle bir gerçekçilik düzeyine ve bununla, siyasi yaşamda bağımsızlık savaşımının kuşaklar boyunca sürdüğü ve bağımsızlık ve özgürlük'ün, genelde özgürlük aleyhine, eşanlamlı sözcükler olarak görüldüğü ülkelerde görülmeyen bir özeleştiri düzeyine ulaştılar.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.