Çiçekten Sofraya Balın Öyküsü

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Büyük bir öykünün dizeleridir bu kitapla size gelen... Topraktan yükselen bir seda ve çiçekten damlayan nektarın bala dönüşümüdür bu öykü... Doğanın sanki insana sunduğu bir armağandır çiçekte saklanan... Âdeta davettir sunulan renkler, kokular ve tatlar... Gelsin diye beklerken bir minicik arı... Sonra hep birlikte ulaşırlar kovana... Çiçeği yeniden var eden, içine gizemi koyan ve ardından bir güç ki onu alıp âdeta işleyen ve dantel gibi ördüğü petekte toplayan... Kimi zaman vermez, vermek istemez hazinesini... Kimi zaman da aldırış bile etmeyen arı... İnsana neler verdiğini bir bilse... O çabanın ne denli işe yaradığını hissedebilse ne denli mutlu olur, belki de bal damlardı iğnesinden... Ama o bile yaşama destektir her yönüyle olduğu gibi…

İlk arı, ilk insan ve bal avcılığı
 
Bal arısı, yaşayan canlılar içinde, varlığı en eskilere uzanan türlerin başında yer alır. 120 milyon yıllık –yani insanın var oluşundan 20 milyon yıl öncelerine dayanan– bir geçmişi olduğu kabul edilmektedir. Bu görüşe destek sağlayan en önemli kanıt yakın bir zamanda Burma’da amber taşı içinde canlı haline çok yakın 100 milyon yıllık bir arı fosilinin bulunuşudur. Fosilin ait olduğu dönem, çeşitli böceklerin, kuşların, memelilerin ve çiçekli bitkilerin ilk fosillerinin bulunduğu zamanla örtüşmektedir. Dinozor çağından sonra gelen bu dönem İkinci Zaman olarak adlandırılır. Özellikle hayvan ve bitki çeşitliliğinin meydana geldiği, etçil eşek arılarının polen yeme bağımlılığı kazandığı ve evrimleşerek bal arılarını meydana getirdiği dönem bu dönemdir (Poinar, 2006). Her ne kadar arının varlığıyle ilgili kanıtlar çok eskilere dayansa da insanların var oluşundan bugüne kadar geçen sürede insan ile arı ilişkisinin ne denli eskilere uzandığı bilinmemektedir. Bu ilişkinin başlamasıyla ilgili en eski kanıt MÖ 7000’de çizildiği kabul edilen bir resimdir. İspanya’nın doğusunda La Cueva de la Arana adı verilen mağarada bulunan Mezolitik çağa ait bu kaya resminde iki insan tarafından uzunca bir ip kullanılarak yabani bir arı yuvasından bal alınışı görülmektedir (Nowottnick, 1997). Yaklaşık 9 bin yıllık geçmişe dayalı bal avcılığı yüksek kayalıklarda veya ağaçlarda yaşayan Hindistan dev arısı Apis dorsata’nın balını almak üzere Uzakdoğu’da birçok ülkede aynı yöntemlerle sürdürülmektedir. Afrika’nın büyük bir bölümünde yayılma gösteren ve bir bölümü kovanlarda barındırılsa bile çoğu yabani olarak ağaçlarda yaşayan Afrika arısı Amadansonii’den bal ve bal mumu üretimi de tarihteki geleneklerle sürdürülmektedir. Bu konuda tarihi kanıt Zimbabve’de yine bir kaya resmi olarak ortaya çıkmıştır. Bu resimde bir yerlinin kaya oyuğundaki bir arı yuvasından bal almaya çalıştığı net bir şekilde görülmektedir (Crane, 2005).


Arıcılığın doğuşu


Doğada yabani halde yaşayan hayvanlardan avlanarak yararlanan insan gereksinim duyduğu besinleri istediğinde elde edebilmek için hayvanları el altında tutma ve onları yönetme yollarını aramıştır. Bu amaçla gelişen evciltme çabaları sonucu arı kolonileri kovan denilen çeşitli yapılar içinde barındırılmaya başlanmıştır. Doğada içi boş bir ağaç kütüğü veya kaya oyuğunda yaşayan bir koloninin bulunuşu ilk kovan fikrinin oluşmasında önemli rol oynamıştır. En eski kovan örneklerinin çamur veya ağaç kütüklerinden yapılması bu görüşü desteklemektedir. Arıcılığa ait ilk girişimin doğadan kesilen bir ağaç gövdesi içinde bulunan arı kolonisi ile MÖ 5000 yıllarında Ortadoğu’da başladığı tahmin edilmektedir.
Tarih boyunca bal arısı ile insanoğlu arasındaki ilişki, balın ve diğer arı ürünlerinin insan yaşamındaki olağanüstü etkilerinden ve ürünlerin aromasındaki gizeminden kaynaklanmıştır. Bu ilişki kimi zaman kutsanmış, kimi zaman da insanlığın en yüce ilişkilerinde sembol olarak kullanılmıştır.
Günümüzde dünyanın birçok yöresinde ilkel koşullarda yürütülen arıcılık çalışmalarının tarihin derinliğinde yürütülenlerle benzerlik taşıması eski dönemlerde arılardan mükemmel bir şekilde yararlanıldığını göstermektedir. Mısır’da MÖ 1450’lere ait hiyeroglifte çömlek kovanlarla yapılan arıcılık ile aynı yörede bugün uygulanan arıcılık birbirine inanılmaz derecede benzemektedir. Ormanlık olmayan bu bölgede ağaç bulma zorluğu tarihte de, günümüzde de kovanların çamurdan yapılmasını zorunlu kılmıştır.


Mitolojide ve eski tarihte arı ve bal

Mitolojide arıya ve arı ürünlerine verilen önem çeşitli şekillerde karşımıza çıkmaktadır. Yunan mitolojisinde arılar tanrıların habercisi olarak görülmüştür. Arılar kralı olarak da adlandırılan baş tanrı Zeus balla beslenmektedir. Roma mitolojisindeki Mellona ise “arılar tanrısı” olarak kabul edilmektedir. Hitit mitolojisinde Fırtına Tanrısı’nın kaybolan oğlu Telepinus’un sadece arı tarafından geri getirilebilmesi arının gücüne olan inancı ifade etmektedir. İskandinav mitolojisinde tanrıların ölümsüzlüğü Ambrossia yemelerinden kaynaklanmaktadır. Petekteki bal ile polenin karışımından meydana gelen bu besin aynı zamanda eski Yunan olimpik atletlerinin enerji kaynağı olarak kullanılıyordu. Ambrossia Babil, Pers, Çin ve Mısır tarihinde de sonsuz bir sağlık ve gençlik kaynağı olarak kabul edilmiştir (Brown, 1993).
Eski Yunan’da arıcılıkla ilgili ilk ciddi araştırmalar ve düzenlemeler MÖ 600 dolaylarında gerçekleşmiştir. Ünlü düşünür Aristo (MÖ 384-322) arıcılık üzerine ilk kitabı yazmıştır. Bal, Hipokrat (MÖ 460-377) tarafından yüksek ateş, yaralanma, ödem ve iltihaplanmalara karşı en başta kullanılan madde olmuştur. O dönemde hekimler yüksek ateşten iktidarsızlığa, yaralanmadan strese kadar yaklaşık 50 farklı rahatsızlığa karşı bal önermişlerdir.
Anadolu’da arıcılık izlerine ilk olarak MÖ 1300 dolaylarında Boğazköy’de bulunan Hitit yazıtlarında rastlanmaktadır. Hititler özellikle kutsal binaların yapımında kullandıkları taşlara bal döküp kutsamakla kötülüklerden korunduklarına inanmaktaydılar. Bugünkü Boğazköy’de bulunan başkent Hattuşaş’ta yeraltı yollarının üstü arı kovanı şeklinde tonozlarla örtülüdür.
Selçuk’ta eski Efes kenti içinde bulunan ve dünyanın yedi harikasından biri olan Artemis Tapınağı’ndaki Artemis heykelinin alt bölümü ve ana gövdesi çok sayıda arı motifiyle süslenmiştir. Efes’te arıya verilen önemin derecesi arının kutsallığının ve Tanrı ile özdeşleştirilmiş olmasının göstergesi olarak ortaya çıkmaktadır. Ayrıca eski Efes sikkelerinin ve takılarının üzerinde Artemis’e atfen arı motifleri kullanılmış ve arı Efes’in simgesi haline gelmiştir.
Romalılarda arıcılık bilgisi genel kültür olarak gö-rülmeye başlanmış, pek çok ünlü bilim adamı ve tarihçi arıcılıkla uğraşmıştır. Sadece arıların davranışlarını gözlemlemek ve çözmek için pencereli kovanlar yapılmıştır.
Ortaçağda kutsal Roma-Germen İmparatoru Şarlman bütün derebeylerinin birer arıcı ve bal şarabı üreticisi bulundurması zorunluluğu ve kovanların korunmasıyla ilgili yasalar koymuştur.
Tarihte çeşitli bitkisel malzemeden örülen sepetler ve içi boş kütükler kovan olarak kullanılmış ve çamur kovanlar gibi günümüze değin varlıklarını sürdürmüşlerdir. Ülkemizde de her iki kovan tipine ait örnekler ilkel arıcılık yapılan arılıklarda görülebildiği gibi, modern arıcılık yapılan arılıklarda da görülebilmektedir. Kütük kovanların –yapısı dışında görünümü, istiflenmesi ve yönetim biçimi açısından– Mısır’daki tarihi kovanlardan hiçbir farkları bulunmamaktadır.
İlkel kovanların yaygın kullanımlarını sürdürebilmeleri bazı nedenlere dayanmaktadır. Bunlardan biri, kara kovan denilen bu kovanlarda üretilen balın doğal olduğu inancı ve dolayısıyla yüksek fiyatla satılabilmesidir. Diğer bir neden, arıcılığın oğul üretimine dayalı olarak sürdürüldüğü geleneksel üretim biçiminde yüksek oğul verimi nedeniyle tercih edilmesidir.
Çevresel koşulların olumsuz olduğu durumlarda kovanların korunması için tarihte çok farklı biçimlerde kovan barınakları yapılmıştır. Bunlardan biri de arı duvarı inşa etmektir. Bu duvarlar çeşitli yapıların ana duvarlarında veya çevre duvarlarında birer koloni sığacak şekilde yuvalar içermektedir. Bu konudaki en eski yapılar 2000 yıl önce Roma İmparatorluğunda Sezar zamanında yapılmıştır (Masetti 2000).
Tarihin çok eski çağlarına değin uzanmasına karşın arının bireysel ve koloni yaşamı hakkında 16. yüzyıla kadar bilinenler bugün bildiklerimizden çok uzaktı. Bunun nedeni arının gizemli, hatta kutsal bir canlı olduğu inancıyla fazla araştırılmış olmamasından kaynaklanmış olabilir. Bugün ülkemizde dahi “Arının ne yaptığına akıl sır ermez” veya “Arı sırrını göstermez” gibi deyimler bu varsayımı doğrular niteliktedir.
16. yüzyıldan itibaren arıların yaşam özelliklerinin belirlenmeye başlaması, bu bilgiler doğrultusunda arıcılık tekniklerinin geliştirilmesi ve bal arısının Eski Dünya’dan Amerika ve Avustralya’ya yayılması gelişmede bir atılım sağlamıştır. 19. yüzyıl ortalarında Sibirya ve kutuplar hariç bal arısının yaşamını sürdürebileceği bütün alanlara yayılması sağlanmıştır.
Günümüz modern arıcılığının en yaygın kovan tipi olan ve hemen hemen bütün dünyada kullanılan Langstroth kovanı 1851’de ABD’de L.L. Langstroth (1810-1895) tarafından meydana getirilmiş ve bugünkü modern arıcılığın temeli o tarihte atılmıştır. 1869’da bu kovan tipine benzemekle beraber farklı iklim koşulları için geliştirilen ve kullanım alanı bakımından dünyanın Langstroth’tan sonra en yaygın ikinci kovan tipi olan Dadant kovanı yine ABD’de Charles Dadant (1817-1902) tarafından geliştirilmiştir. Bu iki kovan tipinin meydana getirilişi ile beraber arıcılık hızla gelişmeye başlamıştır.
Anadolu’da modern arıcılık çalışmalarının da eski çağlarda olduğu gibi yakın tarihte de dünyadaki gelişmelere paralel gelişmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nda Yavuz Sultan Selim, Fatih Sultan Mehmet ve Kanuni Sultan Süleyman dönemi kanunlarında arıcılıkla ilgili hükümlerin bulunması da konuya eskiden beri verilen önemin ve gösterilen ilginin kanıtı niteliğindedir.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.