Cennet Kayıp

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Bir hayat diğerinden daha uzun sürede pişirir, ocaklar yeryüzünün farklı yerlerindedir, sonuçta ortaya nasıl bir şey çıkacağı belirsizdir. [...] Hayat –bu aptalca soyutlamayı son bir kez daha kullanacak olursak– aşçı olarak tam bir ahmaktır. Bunun acısını genellikle insanlar çekerler ve bundan bazen, çok sık olmamakla birlikte, edebiyat faydalanır.

Uğradığı bir saldırıdan sonra arkadaşıyla birlikte öteden beri merak ettiği Avustralya’ya giden, meleklere ve Aborjinlere takıntılı Alma ve orta yaş krizindeki kitap eleştirmeni Erik Zondag’ın yolları önce Avustralya’daki bir edebiyat festivalinde, sonra da Erik’in, sevgilisi tarafından katılmaya zorlandığı bir sağlıklı yaşam küründe kesişir.

Hollanda edebiyatının en önemli isimlerinden Nooteboom’dan elinizde tuttuğunuz kitabınki de dahil bütün yaratılış süreçlerine göndermede bulunan, arayış ve hayal kırıklığı üzerine zarif bir postmodern anlatı.

Dash 8-300. Tanrı biliyor ya, bugüne dek akla gelebilecek her tip uçakla uçtum ama aralarında Dash yoktu. Küçük, kompakt bir uçak ama yolcu sayısının azlığından ötürü, olduğundan büyük görünüyor. Yanımdaki koltuk boş. Belli ki Friedrichshafen’dan Berlin-Tempelhof’a uçmaya fazla talep yok. Küçük, şaşkın bir grup halinde ufak ana binadan uçağa yürüdük; burada hâlâ bunun yapılmasına izin veriliyor. Şimdi bekliyoruz. Güneş parlıyor, hava çok rüzgârlı. Pilot daha şimdiden uçağın baş tarafındaki kabinde oturmuş, bir o düğmeyi bir bu düğmeyi çeviriyor; yardımcı pilotun kuleyle konuştuğunu duyuyorum. Sık uçanlar bu bomboş dakikaları iyi bilirler.Motorlar henüz çalıştırılmadı. Bazı yolcular bir şeyler okumaya başladılar bile; diğerleri dışarı bakıyorlar ama orada görülecek pek bir şey yok. Küçük havayolu şirketinin dergisini elime aldım ama henüz içimden ciddi ciddi okumak gelmiyor. Kendi firmalarının basmakalıp propagandası, ardından sefer yaptıkları iki-üç şehir, Bern, Viyana, Zürih, ileriki sayfalarda, satılan birkaç ürün, Avustralya ve Aborjinler hakkında bir şeyler, petroglifler, rengârenk elişi örnekleri, son günlerde moda olan ne varsa hepsi. Sonra da São Paulo üzerine bir yazı; gökdelenlerle dolu ufuk çizgisi, zengin insanların sarayları ve tabii o sonsuz, ah ne kadar da pitoresk kenar mahalleler, slum’lar, favela’lar, artık her ne deniyorsa. Oluklu sac damlar, çürümüş ahşap yapılar, orada oturmaktan hoşlanıyormuş gibi görünen insanlar. Hepsi daha önce gördüğüm şeyler, dergiye öyle uzun uzadıya bakmamalıyım, yoksa yüz yaşındaymışım gibi bir hisse kapılırım. Belki de gerçekten yüz yaşındayım; insanın tek yapması gereken, gerçek yaşını gizli bir formülle, hayatı boyunca çıktığı tüm seyahatleri ve bu seyahatlerin bir parçası olan yersiz déjà vu’leri içeren sihirli sayıyla çarpmak; ve işte sonuç elinde. Genelde böyle düşüncelerle büyük bir sorunum yoktur, aslında sırf onları biraz ucuz bulduğum için; ama dün akşam Lindau’da üç Obstler2 fazla geldi ve benim yaşımda bunun acısı çıkar. Hostes kapıdan dışarı bakıyor, görünüşe göre birisini bekliyoruz; ve şimdi, bu birisi uçağa adımını atar atmaz, kadın olduğu ortaya çıkıyor, hani insanın yanına oturmasını umacağı türden bir kadın... Belli ki yine de o kadar yaşlı değilim. Yanımdaki boş koltuk bir işe yaramıyor, kadının yeri pencere kenarında, önümdeki sırada, koridorun solunda. Aslında daha iyi, böylece ona istediğim kadar bakabilirim.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.