Celâliler Destanı

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Akın Celâliler Destanı'nda Osmanlı tarihindeki bir olayı büyük ustalıkla ve şiir gücüyle günümüz dünyasındaki insanı ezen gelişmelere yaslıyor. Kitap için; “…koca Osmanlı Mülkü’nün ayakta olduğu bir dönemde, zulmün ve buna karşı kalkışmanın, büyük ve uzun isyanın destanı olsun diye yazıldı” diyor...

NERDE İNSAN

Bütün kusurları sana yükledik ey zaman
bir de mekândan münezzeh olana


AŞİRET


Ay doğuyor, soğumuş bakır rengiyle
ürküterek vadilerin tarazlanmış sisini
yeni doğmuş kuzuların sesini
bastıran ağıl yanıyor
yanıyor çitler, yolaklar, kayalar
yanıyor som gümüşten
soğumuş ışıltılarla
ay doğuyor
tepelerde gündüzün kaybolan
konakları yeniden kurarak

bir delikan göçerin yüreğinde
palazlanıp uçan sevinç
bir kocanın yüreğinde
tüylenmeden duruyor
kadınların verimcil göğüsleri
sızlıyor çoğul yalnızlığında
aşiret bekliyor
neyi bekliyor
her gece beklediğini bekliyor
yağlar ve sütler donuyor
korku, gecelerin beyi, şaşmaz celâli
atmış yamçısını yayla üstüne
ay doğuyor
birden ve yükselerekten
atlar
demir şıkırtılar koparıp toynaklarında
havaya sunan atlar
atlılar geliyor

atlılar geliyor, çocuklar kadınlar
dişil bir ürpertiyle soluyor
sorsan
her elleri bir pençe
atlılar geliyor
herbiri
üzengiye yükleyip ağırlığını
doğruluyor bacakları üstünde
eğiliyor doğruluyor
tütüyor kıvrımlı bol şalvarları
çadırın en yakın çevresinde
dönüyor dönüyor
uğratıyor dışarı, kim varsa
azgın haykırışlarla
imliyor parmağı
avret uşak kız oğul
giriyor her biri bir cehennemin kapısından
yırtılıyor dünya, ipektenmiş gibi
çılgın bağırtılarla
bey, Tanrının koca eli, görklü bey
her bağırış bedeninden bir parçayı
vurup düşürüyor, öyle ki
geçiyor sonunda bir iğnenin dar deliğinden

atlılar
yavaş atlarıyla yorgunluktan
terkilerin acemi sipahlarını
sararak bellerine
uzaklaşıyor

utanç biçiminde donuyor korku
yedi zilkade binyedi

Feyyaz bey oğlu Osman
mir-i aşiret
donatup otuzbeş müsellâh adam
varıp odasını basıp
tüfengiyle sağ kolunu vurup, düşürüp
öldürdüğünde
ve bir kuyu buğday ve bir kuyu arpa
ve altıyüz kuruşluk enval ve erzak
alıp savuştuğunda
öcünü asıp boynuna
çıkıyor iğnenin dar deliğinden
bir daha
bir daha sığmamak kararında

sekiz zilkade binyedi
işte dünyamıza bir yoğun celâli



CANİK SANCAĞI AYANINDAN


Ahvalimiz çok bozulmuştur
perakende ve perişan olmamız yakındır
hangimizde birkaç akçe zannolunsa
mirlivanın kethüda ve subaşıları
yoğiken tek yakınma, gelip üzerimize
alır nemiz varsa, giderler
oğlumuz kızımız ehlimiz
bizim mi değil mi bilmiyoruz
evimiz yurdumuz akçemiz
bizim mi değil mi bilmiyoruz
def-i zulma mecali yok kadılarımızın
adalet sağlanmamakla
ol bapta emir ve ferman...
padişahımıza arzederiz
mirî mal tahsil edilsin
diye Menteşe’ye gönderilen görevli
basılıp öldürüldü
reayaca yağmalandı mirî mal
yer gök karıştı öfkesinden Semender beyin
yeni atanmıştı Menteşe sancağına
çiçeği diri burnunda...
“Nasıl olur” diyordu, “nasıl olur”
“Benim sancağımda”
ehl-i şer aranıp bulunsun
ceza biçsin kadılar.
ve vilayet ahalisi
tutuklandı birer birer

dikti başını Numan kadı
“Biz oniki nefer kadılarız ki
bizim kadılığımızda
bey adamlarının methali yoktur
suç atılmaz, ispat olunmadıkça
ne eza edersiz suçsuz ahaliye...”

ayağa kalkan ahali güvenip kadısına
bey konaklarını bastılar
adam aldılar ipten
döve döve çıkardılar
pazardan subaşıyı
Arizalar uçuyordu şehr-i İstanbul’a
her iki yandan.
“Eşkıyayı tedip edip” diyordu Semender
“fıkaranın rahatını sağlar iken?”
“Haşa” diyordu kadılar, ardında reaya
“ehl-i örf, ümera
derecesiz zulmetmekte fıkara halka
her ufak cürm bir yeni bahane
halkı toptan cezalandırmaya
ol bapta...”

vergi memurları, defterdar, ümera
varına var katma hırsıyla
topladıklarını kendi hesaplarına
arsızca geçiriyorlardı.

örnekse:
binbeşyüz seksenikide
Karaman vilayetinde
Hazine-i amire defterdarı Nuh
Sinan paşanın Larende’de
hamamını yaptıracağı gerekçesiyle
topladığı bir şu kadar akçeyi
kendiçün saraylar hanlar yaptırıp
kul ücretini dahi vermediği...
her üç vilayette
Anadolu, Karaman ve Rum beylerbeyliğinde
vali ve kaymakamların
kalabalık maiyet sekbanlarıyla
köylere çıkıp
yem ve yemeklerini yedikleri
vergi saldıkları, sekban akçesi
selamlık diye...
Tosya kadısının arzındaysa
Çankırı mirliva kethüdasının
sancağı koruyan sipahileri
alıp parasını koyvermediği
salıp salmasını ahaliye
gezdiği vilayet içinde...
bildiriliyordu.

Eğridir de öyle, Anamas’da öyle...
dokuzyüz elliyedi rebiülahirde
subaşı Zaim Bin Ali
Ankaralı bir kimesneyi
etmediği bir cürümle suçlayarak
cerime diye malının
üstüne oturduğu..
dirlik erbabı sürülerinin hizmetinde
angarya veriyordu raiyet köylüye
bir kale erinden sadrazama dek
dirlik sahibi herkes
reayaya musallattı

hazine ve vakıflardan
vazife-i cihet alanlar
müderris, müftü, naip
bağ bahçe otlak edinip
yine reayaya angarya

suhte ve levent bölükleri mi sade
gün gibi açıktı, ehl-i örf de
eşkıya teftişi, vilayet devri
yine soyuldu reaya, gömleğine kadar

ferman, dedi padişah, adaletindir
bizzarur
kullarım kendilerini korumaya izinlidir.
leventler sekbanlar suhte kovaladı
devriye bölükler...
sonra asi oldu kendiler
celâli yanına yerleştiler
ehl-i örf hepsine kıydı sefer sefer
yani öldürenler ve ölenler
kendi kanlarını döktüler
beylerle ümera bir onun arkasında
bir ötekinin
açıktan celâli, açıktan asi
et kokunca tuz gerek
ama tuz da koktu...
Reaya birleşti yaslanıp fermana
padişah indinde sözleri makbul
ellerinde silah, kadılar
ne timar ne zeamet
“devriye gezenin demi hederdir.”
divan hükmü oldu.

köyleri kapattılar
aşiret, cemaat, tarikat karıştı
kavga taht kurdu.
kavga, yakıcı, yıkıcı, yokedici kavga
bozuldu düzenler, köyler boşaldı
ahali perişan, perakende
kimi levent oldu bey kapısına
kimi şehirlere sığındı.


yavru kuşlar gibi acemi
bir duvardan bir duvara
kendini çarpan kalabalıklar
bir taştan bir başkasına
hangisi daha sert, yumuşak hangisi
hayır, onlar ne sersem ne acemi
amansız bir kapana kıstırılmışlar
o kötü, bu kötü, şu daha kötü
ehven-i şer diyorlar
ama biliyorlar, biliyorlar da
kıstırıldıkları kapanda
bir umar, bir küçük çatlak, sızan küçük ışık
bulacaklar
bulunca büyütür onlar

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.