Bunalımdan Yaşama Kültürü

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Tüm dünyasıyla insan yaşamı, bir Bunalımlar Kitabı.. Yazılmış, yazılacak tüm kitaplar, bir deyime, Bunalımlar Kitabı'nın önsözü durumunda. Bunalımdan Yaşama Kültürü işte bu doğrultuda bir çaba. Yazan: Nermi Uygur'

Dağınık Düzen, Düzenli Dağınıklık

Acı, umut, üzüntü, bekleyiş, öfke, belirsizlik; ufak tefek sevinçler, katmer katmer korkular, tuhaf tuhaf heyecanlar, inişli çıkışlı çöküntüler; düşünceler karman-çorman, duygular topaç topaç, anılar bulanık basınçlı; özlemler varla yok arası, duyum duyum değil: Öyle çok şey içiçe dolanmış ki.

Gel de dilegetir bunalımı. Şöyle başladı, böyle gelişti, şöyle bitti, diyemezsin. Şurda şu oldu, burda bu oldu, türünden bir kesinliğe de elverişli yanı yok. Nerden baksan, anlayışa meydan okuyor yaşadığım bunalım.

Bir dağınıklık yaşadım ben. Ne yaşadım? Nasıl oldu bu? Öyle şeyler ki, ‘ben’ diyorum ama ben var mıyım? ‘Yaşadım’ savı da bölük-pörçük bir tıkızlık. Öyle ya, bazı şeyleri, belki de ölüm-dirim saatlerimi ancak sonradan, işittiklerimden, kanıtlayabilecek durumdayım, – ne denli kanıtlanabilirse kuşkusuz.

İlkin insana şöyle geliyor: yaşamın bir kesiti bunalım. Ne ki bunalımı anlatmak; bu kesitte olup biten bazı olayları anlatmak. Zor birşey değil bu da: Olay olaydır, ötesi var mı yabancın değil hiçbiri, sen kendin yaşadın hepsini. Anlatmaya gelince, kılıkırk yarsan bile, hergünkü işlemlerden biri anlatmak. Hele bir başla anlatmaya, herşey yolunda gidecek, göreceksin.

Birtürlü başlayamıyorsun gene de. Neyi nerden tutacağını bilemiyorsun. Tutacak, tutunacak birşey yok ki ortada. Dilegelmeyen bir maddesi, n’etsen dilin yakalayamadığı bir biçimi var bunalımın. Daha konuşmaya başlar başlamaz, bunalımdan başka birşeyden sözediyormuşsun gibi geliyor. Konuştukça açılacağına, gittikçe tıkanıyor, giderek susmak gerektiğine inanıyorsun, susuyorsun da. Çok eskiden buna benzer bir durumla karşılaşmıştım. Bir arkadaşım vardı, Ren’in aşağılarına doğru o büyük kentte birlikte okuyorduk Üniversitede. Yurtta odalarımız yanyanaydı. Pek öyle herkesin arayıp sorduğu biri değildi. Tiryakisiydim ben oysa. Kimi var kimi yoksa öldürme kamplarında can vermişti. Kendisi de ordaymış. Milyonlarca insanın çıkamadığı oralardan kurtulabilen bir avuç insandan biriydi. Dönüp dolaşıp sözü oralara getirmek isterdim hep. Anlamıyormuş gibi yapardı çok kez. Sonunda açıktan açığa ortaya çıktı konu: kırmadı beni, herşeyi öğreneceğimi sandım, gerçekten istekliydi kendisi de. Gel gör ki birçok ıkınıp sıkınmadan sonra: “Anlatacak birşey yok. Ne desem boş. Olanların yanında hiç.

Birsürü ıvır-zıvır. Birtakım olaylar işte. Sıkılırsın. Sıkıcı. İnan ki ilginç değil. Ne söylesem, herkesin bildiği günübirlik şeyler. Birsürü soluk şeyler belleğimde. Yaşarken başkaydı. Anlatmaya değmez, demiyorum. Anlatınca tam değeriyle anlatmalı, öylesine yüce ki. Gene de anlatınca basbayağı şeyler işte. Bir daha sorma, olur mu!

Belki de anlatacak birşeyim yok.” Unutamadım bu sözleri. Ama benden değil, başka birinin içinden kopmuştu bu sözler. Ne denli duyarlı olursam olayım, yalnızca tanıktım ben.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.