Bukleye Tecavüz

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Gulliver’in Yolculukları’nın yazarı Jonathan Swift ile dönemdaş olan Alexander Pope, sadece İngiliz edebiyatı eğitimi alanların adını bildiği önemli bir yazardır. Katolik bir tüccar ailesinin çocuğu olarak çok farklı ahlaksal değerlere sahip olan Pope, asiller sınıfını iyice aşağılar. Bunu için de epik şiirin abartıcı öğelerine baş vurur. Sanki söz konusu olan bu klişenin kesilişi değil, bir kentin ele geçirilişidir. Basit bir olayın bu ölçülerde anlatılışı yergi dozunu keskinleştirir. Döneminde çok tutulmuş olan Bukleye Tecavüz, 19. yüzyılda bir bakıma yeniden keşfedilip yeniden ünlenmiş ve bu ününü bugüne kadar da korumuştur.

Alexander Pope: Dönemi, sanatı, yapıtları.

17’nci yüzyılın sonlarına doğru, İngiltere toplumsal ve kültürel açıdan istikrara kavuşmuş, dışarıda Fransız Devrimi, içeride Sanayi Devrimi başlayana kadar sakin denebilecek bir dönem geçirmiştir. Eski Roma imparatoru Augustus’un saltanat yıllarındaki pırıltılı günleri andıran ve 18’nci yüzyılın ilk yarısını da kapsayan bu döneme Augustan çağı denmiştir.
Aynı dönemin bir diğer adı da “akıl çağı”dır. Sir Isac Newton evrenin işleyişini bu yıllarda açıklamış, akıl ve sağduyunun ulaşamayacağı giz olmadığı düşüncesini pekiştirmişti. İngiliz yazınında ilk defa maceracı ruhuyla değil, akılcılığı ve ihtiyatlı tavrıyla ortaya çıkarak yaban doğayı uygar bir yaşam alanına dönüştürmeyi başaran Robinson Crusoe karakterinin Daniel Defoe tarafından bu dönemde yaratılması bu yüzden tesadüf değildi. Crusoe’nun bir iş adamı olması da ayrıca anlamlıydı, çünkü o güne kadar politik arenada söz sahibi olan toprak sahibi soylu sınıfların yerini artık para kazanmayı amaç edinmiş, ticaretle uğraşan orta sınıf alıyordu. Bunun sonucunda, politika konuşmaları saray çevresinden kahvehanelere taşınmıştı. Eğitimin dar bir alanda kalmayıp topluma yayılması görüşü, aynı zamanda birer kültür merkezi olan bu kahvehanelerde ortaya çıktı. Başta Addison ve Steele olmak üzere birçok aydın yayınladıkları dergilerle halka öğretmenlik yapma rolünü üstlendiler. Sosyal alandaki bu değişim, kuşkusuz, yazını da etkiledi. Lirik şiirde ön planda yer alan coşku, hayal gücü, duygu derinliği gibi özellikler yerini Dr. Johnson’ın “Yazmanın amacı öğretmek, şiirin amacı ise haz vererek öğretmektir,” prensibi doğrultusunda birtakım değerlere bıraktı. Alexander Pope’un “Eski kurallara gerekli saygıyı duy,/ Onlara uymak suretiyle tabiata uy,” tavsiyesinden anlaşılacağı üzere, kurallara uymak yaratıcılıktan daha fazla önemsenir oldu. Yine bu dizelerdeki gibi, beyitler halinde yazmak kural olarak benimsendi. Böylelikle, bir yandan söylenenlerin daha kolay akılda kalması sağlanacak, diğer yandan, düşüncenin iki dizede tamamlanma zorunluluğu nedeniyle, dil üzerinde tam hâkimiyet kurulacaktı. Aynı dönemde, betimlemeci şiirden vazgeçilip, amacı daha belirgin olan, toplumdaki aksaklıkları göstermeye yönelik, yergi türünde yapıtlar ortaya kondu. Klasik dönem Roma’sında bu türün en güzel örneklerini veren Ovidius ve Horatius’un şiirleri taklit edilmesi gereken başyapıtlar olarak değerlendirildi. Özellikle Horatius’un ölçülü olmayı tavsiye eden “altın oran” formülü çağın ruhuna çok uygun düşüyordu. Aynı formüle göre, şiir bireysel özelliklerle değil, genel insan doğasıyla ilgilenmeli, uygar insanın en yüksek, hiç değişmeyen ortak yanlarını konu edinmeliydi. Bu yaklaşım şiir diline de yansıdı. Şiirde kullanılacak dil John Locke’ın düşüncesi paralelinde, hiçbir yanlış anlamaya meydan vermeyecek kadar açık ve kesin olmalıydı. Bu nedenle, söz konusu şiirlerde, yerleşik deyimlere, atasözlerine, özdeyiş niteliğinde anlatımlara sıkça rastlanır. Ne de olsa şiir “herkesin düşündüğü ama asla bu kadar güzel ifade edemediği” şeydir.
Kendine ait bu tanım uyarınca, şiirlerini yaygın görüşleri önce paragraflar halinde yazıp sonradan çarpıcı manzum kalıplara dökerek oluşturan Alexander Pope 1688 yılında Londra yakınlarında küçük bir kasabada doğdu. Babası orta sınıftan bir kumaş tüccarıydı. Ailesi Katolik olduğu için o dönemin İngiltere’sinde okula gitmek hakkı dahil pek çok olanaktan yoksun kaldı. Zaten küçük yaşta kemik veremine yakalanmış, boyu bu yüzden kısa kalmış, bedeni gelişememişti. Pope içinde bulunduğu bu olumsuz koşulları yenmek çabasıyla özel öğretmenlerden ders almaya başladı, kendini okumaya yazmaya adadı.
Pope, Vergilius’u örnek alarak mevsimleri anlattığı ilk şiiri “Pastoraller”i daha on altı yaşında yazar. Kendisini gerçek üne kavuşturan yapıtı Essay on Criticism’i (Eleştiri Üzerine Makale) 1711’de bitirir. Bu şiirde Pope iyi bir eleştirmenin asla duygularına kapılmaması, ele aldığı yapıtla arasında ölçülü bir mesafe bırakması gerektiğini ifade etmek için “Aptallar hayran olur, akıl sahipleri beğenir,” der. Yine bir eleştirmen klasik ustalardan ders almalı, bilgisini artırmalıdır, çünkü “Az bilmek tehlikeli bir şeydir.” Bir yapıtı yazarının sosyal konumuna göre değerlendirmek doğru olmaz. Sabahtan övülen bir ürün akşama yerin dibine batırılmamalı, eleştirmen “iyi huylu” olmalı, profesyonel kimliği insanlığının önüne geçmemelidir. Unutulmamalıdır ki “Hata insana mahsus, bağışlamak da Tanrısal bir eylemdir.”
1713 yılında Windsor Forest (“Windsor Ormanı”) yayınlanır. Bu, Pope’un büyüdüğü yöreyi coğrafi ve tarihsel özellikleriyle anlatan betimlemeci tarzda bir şiirdir. Şairin doğduğu yıl babası işi bırakmış, Windsor Ormanı’nda Binfield yöresinde bir arazi satın almıştı. Pope doğa karşısında heyecan duymayı burada öğrendi ve bahçe bakımı ömrünün sonunda dek en önemsediği uğraşlardan biri oldu.
Latince metinden hareketle yazıp 1717’de okurlarına sunduğu, Orta Çağ’da bir filozofla bir rahibenin tutkulu aşkını konu alan Heloise ve Abelard’ın ardından Pope’un en önemli yapıtı, 1728 tarihli The Dunciad (Aptalname) adındaki taşlamasıdır. Şiir “Aptallık Ülkesi”ne bir kral atanmasıyla başlayıp, taç giyme töreninde düzenlenen saçma yarışmalarla devam eder. Bu vesileyle Pope yazın dünyasındaki aptallıklara, eğitim ve bilginin yozlaşmasına öyle acımasızca saldırır ki, onun “Evet gururluyum, gurur duymalıyım da, neden? / Tanrı’dan korkmayanlar korkarlar çünkü benden,” diyerek övünmekte haklı olduğunu düşünürsünüz.
1733 ve 34 yılları arasında Pope Essay on Man (İnsan Üzerine Makale) adlı felsefi şiirini yayınlar. Bu şiir Lord Bolinbroke’a hitaben yazılmış dört mektuptan oluşur. Yazılış amacı, John Milton’ın Paradise Lost’unda (Yitirilen Cennet) olduğu gibi, çekilen acılara rağmen Tanrının kullarına karşı adaletli olduğunu kanıtlamaktır. Temel konuları arasında insanın evrendeki, Büyük Yaratılış Zinciri içindeki yeri, iyi ve kötünün nihaî adaletin gerçekleşmesi doğrultusunda birlikte çalışması, birey-toplum ilişkisi ve gerçek mutluluk için erdemli olmanın ve kendini tanımanın gerekliliği sayılabilir.
Essay on Man (İnsan Üzerine Makale) büyük bir projenin parçasıdır, proje yarım kalır ama “Ahlaki Makaleler” adlı dört mektup-şiirin daha yazılmasına sebep olur. Bunların ilki erkeklerin karakteri üzerinedir. Özetlersek, erkekleri anlamak güçtür çünkü kadın ya da erkek, zaten hiç kimse kendini olduğu gibi ortaya koymaz. Yine de onlara egemen olan tutkuyu anlarsanız erkekler hakkında bazı ipuçları elde etmiş sayılırsınız. İkinci mektup “Kadınların karakteri yoktur,” diye başlar ve yüzyıllardır sayısız örneğine rastlanan kadın düşmanı söylemi sürdürür. Kadınlar sonuçta keyif düşkünü, aptal erkekleri seven, kocaları hariç herkese yakınlık gösteren, en iyi halleriyle “çelişki yumağı” yaratıklardır. Öteki iki mektup zenginliğin iyi ve kötü kullanımlarını örnekleyen olayları ele alır.
1735’te kraliçenin doktoruna hitaben yazılan Dr. Arbuthnot’a Mektup, Pope’un bir yergici olarak yaptığı saldırılar için özür niteliğindedir. Burada Pope kendisini pek çok haksızlığa uğramış, barışsever, ancak aptalların kışkırtmaları sonucu yergiler yazmaya zorlanmış bir kişi olarak resmeder.
Günümüzde de zevkle okunabilen ve bu kitapta çevirisini sunduğumuz The Rape of the Lock (Bukleye Tecavüz) 1717’de yayınlanır. Şiir, konusunu yaşanmış bir olaydan alır. Baron Petre adındaki genç, yüksek sınıftan Arabella Fermor adlı hanımın saçından bir bukleyi muziplik olsun diye kesip almış, bunun üzerine iki gencin aileleri birbirine girmiştir. Pope’un şiirde, ilham kaynağı (“Müz! Caryll”) olarak andığı bir dostu, şairden, olayın komik yanlarını anlatan bir şiir yazarak mevcut tatsızlığı gidermesini rica eder. Bunun üzerine Pope on beş gün gibi kısa bir sürede iki kantodan oluşan bir şiir ortaya çıkarır. Şairin ismi belirtilmeden yayınlanan bu ilk haliyle şiir gerçekten de işe yarar ve Bayan Fermor sakinleşir, ancak Pope üç bölüm daha eklediği şiiri yeni haliyle tekrar yayınlayınca, konunun sürekli gündemde kalması küçükhanımı bir kez daha çileden çıkaracaktır. Ama Bayan Fermor biraz daha sağduyulu bakabilseydi, kızmak bir yana sanırız, Pope’u ek bölümlerdeki sanatından dolayı özellikle tebrik ederdi. Çünkü Hava, Yer, Su ve Ateş perileri gibi doğaüstü yaratıklardan söz eden bu bölümler gerçekte müthiş bir yaratıcılığın örnekleridir.
Pope henüz sekiz yaşındayken Homeros’la tanıştı. Daha sonraları klasik çağdan Vergilius ve 17’nci yüzyıl İngiltere’sinden John Milton da gözdeleri arasına girdiler. Dolayısıyla, Pope’un gönlünde hep bir epik şiir yazma isteği yatıyordu. Ne yazık ki bu isteğini hiç gerçekleştiremedi. Ancak, 1715’ten itibaren yayınladığı ve kendisine çok para ve büyük şöhret kazandıran İlyada ve Odysseia çevirileriyle hevesini biraz olsun giderdi. Başyapıtı sayılan ve epik şiir birikimini ustalıkla sergileme imkânı bulduğu Bukleye Tecavüz’e gelince, o da gerçek bir epik değil, Vida’nın Satranç’ı, Boileau’nun Rahle’si, Sir Samuel Garth’ın Dispanser’i ve Samuel Butler’ın Hudibras’ı gibi “mock-epic”, yani destanlarla (Pope’un deyişiyle “bütün büyük destanların güzelliklerini içerecek saygılı bir dille”) dalga geçen, epik anlatımın yüksek söyleyişine öykünürken aslında son derece önemsiz şeylerden söz eden bir şiirdir. Örneğin, şiirde ayna önünde süslenen bir kadın silahlarını kuşanan bir savaşçının anlatıldığı dille anlatılır. Çok ciddi olaylar ya da nesnelerle hiçbir değer taşımayanlar bir araya getirilir: Makyaj masasının üstünde yapıştırma benlerin, aşk mektuplarının yanında Kitabı Mukaddes durmaktadır. Bir partide hanım kahramanımız Belinda ya kalbini ya da kolyesini kaptıracaktır, ya onuru ya da elbisesi lekelenecektir. Aynı şekilde hanımlar, bir kocaları, bir de fino köpekleri öldüğünde yürek yakan çığlıklar atarlar. Bu yöntem komik bir etki yaratır ve zaten Pope’un amacı da eğlendirmektir. Ama Bukleye Tecavüz’de alttan alta ağır bir hüzün de duyulur. Ne de olsa, elimizdeki aynı zamanda bir yergi şiiridir. Yergiciler toplum ya da bireylerin kusurlu yönlerini gösterip onları bu yolla ıslah etmek ister. Bu açıdan bakıldığında, Pope, tasvir ettiği olaylarla Londra yüksek sosyetesinin yaşama biçimini, namus ve şeref kavramlarına ikiyüzlü yaklaşımlarını, Belinda’nın kişiliğinde kadınların güzellik takıntılarını, güç tutkularını, kendine tapınma huylarını, kibir ve kaprislerini eleştiriyor diyebiliriz.
Peki, nasıl olur da kendilerinden fazlasıyla hoşnut insanlar çağının temsilcisi olarak görülen bir şairin içinde bulunduğu toplumu eleştirdiği söylenebilir? Yanıt belki de kişisel dehası ve farklılıklarıyla öne çıkmayı başarmış bir sanatçıyı çağının temsilcisi olarak tanımlamanın adil bir tutum olmadığıdır. Çünkü genel olarak bu ifadeyle kastedilen, sanatçının yaşadığı zamana belirgin özelliklerini vermesi, onu kendi renklerine boyayıp altına imzasını atması değildir. Sadece –bize sorarsanız sanatçı açısından talihsiz bir tesadüfle– kültürel, düşünsel ve estetik alanlarda ortalama beğeni düzeyine en çok denk düşen onun yapıtları olmuştur. Bir başka deyişle, aranan kalıp bulunmuştur. Dönemin bütün özellikleri tek bir sanatçının ürettikleriyle örtüştürülecek, taşan sivrilikler karşılıklı olarak törpülenecek, ortaya hatları belirli, kavraması kolay, somut bir çağ ve sanatçı portresi çıkacaktır.
Antolojilere, İngiliz yazınına giriş kitaplarına bakılırsa Pope’un çoğu zaman işte böyle bir eğilime kurban edildiği görülür. Bu yüzeysel yaklaşıma göre o yalnızca krallara övgüler yazan bir saray şairidir. Oysa Pope, saray çevresini tüm İngiltere’yi tehdit eden bir hastalık olarak görür ve yine keskin bir yergi olan Guliver’in Seyahatleri’ni kaleme alan Jonathan Swift’e yazdığı bir mektupta şöyle der: “Sarayı, saray erkânını görmem, Krallara hayranlık duymam, Kraliçelere iltifat etmem, bu yüzden ne kimsenin gözdesiyim, ne de kimseye bağımlıyım.” Ne de Pope, sanıldığı gibi, aklı öne çıkarıp duyguları tamamen dışlayan, ödün vermez bir rasyonalisttir. Onun yaptığı sadece insanları yıkıcı bir tutkunun tehlikelerine karşı uyarmak, sağduyulu olmaya davet etmektir. Kesilen saçı yüzünden Amazonca bir öfke duyan Belinda’ya Pope’un sesi olduğu düşünülen Clarissa’nın “Erkek beğenmeyenler kız olarak ölecek,” hatırlatması bu şekilde anlaşılırsa şaire haksızlık yapılmamış olur. O çağda kadınlar yeterince eğitim göremiyor, mirastan pay alamıyor, neredeyse hiçbir meslekte çalışamıyorlardı. Rahatlığa, sosyal güvenceye ve saygınlığa erişmek isteyen kadınların evlenmekten başka çareleri yoktu. Ayrıca Pope’un kusursuz ve doğru şiiri yazmaya çalıştığı, bunun tekdüzeliğe neden olduğu ve hayal gücüne yer bırakmadığı söylenir ki, özellikle Bukleye Tecavüz söz konusu olduğunda bu da doğru değildir. Pope değişik vezinleri kullanmadaki ustalığı ve diyaloglarda başvurduğu rahat konuşma diliyle okurun ilgisini diri tutmayı başarır. Onun şiirinde kuruluk pahasına doğruluk olarak algılanan, aslında, “Çeşitlilikteki Düzen / Her şeydeki uyum(dur) farklılıklara rağmen” (Windsor Forest) Bukleye Tecavüz’ün özellikle Kasvet Mağarası’nı tasvir eden dizelerinde ise hayal gücü doruğa ulaşır:

Şurada canlı demlikler, birer kolları açık,
Ötekisi kıvrılmış, bu sapı, bu da musluk.
Bir çömlek Homeros’un kazanları gibi yürüyor orda,
Bir kavanoz hıçkırıyor, konuşuyor bir turta.
Hayal girince işe doğuruyor erkekler,
Şişeye dönüşmüş kızlar, hepsi de mantar bekler.
 
Bütün bu olumsuz iddialar doğru olsaydı, Pope’un şiiri ilk okumada tüketilir, yüzyıllar sonrasına kalmazdı. Oysa işte onun başyapıtı diyebileceğimiz Bukleye Tecavüz pek çok modern yoruma elverişli, doğurgan ve zengin bir metin olarak karşımızda:
Marksist bir okumayla, makyaj yapan Belinda incik boncuk arasında kimliğini yitirmiş, Defoe’nun roman kahramanı Moll Flanders gibi metanın esiri olmuş bir karakterdir. Günümüz tüketim toplumunun bir üyesi gibi, sahip olduğu eşyalar kendisine hükmetmeye başlamış, “şey”leşmiştir. Bu nedenle Pope’u kadın düşmanı yazarlar grubuna katıp, söz konusu şiiri, erkek söyleminin pekiştirildiği bir yapıt olarak, feminist bir gözle ele alanlar olmuştur. Kimine göre elimizdeki metin daha çok alegorik bir özellik taşır. Saray Cennet Bahçesi’ni, Belinda Havva’yı, Baron Adem’i, periler ise şeytani varlıkları temsil etmektedirler. Şiir öğretici bir metin olarak Belinda’nın yaşadığı felaket yoluyla, biz ölümlülere sunduğu güzellikler ve zaferlerle Dünya’nın geçici, Kader’in değişken olduğunu ya da hayalle gerçekliği karıştırmamak gerektiğini fısıldar. James George Frazer’ın Altın Dal’da* saç buklesini bereket sembolü olarak tanımladığını anımsayanlar için mitsel, Freud-severler için (yalnızca başlık, ya da yukarıda alıntılanan dizeler düşünüldüğünde bile) psikanalitik yorumlara olanak sağlar. Ayrıca, Belinda’nın aynasıyla, makyaj masası tasvirinde olduğu gibi hiyerarşilerin altüst edilmesiyle, ayrıntılı olarak anlatılan ve tüm yeryüzünün bir oyun alanı olduğunu imleyen Ombre oyunuyla, postmodern bir metne dönüşür.
Yine de bazıları yukarıda andığımız nedenlerle Pope’un şair sayılmayacağını öne sürerler. Fakat aslı bir yana, “Bukleye Tecavüz”ün elinizde tuttuğunuz çevirisi bile sizi yine 18’nci yüzyılın belki de en önemli eleştirmeni Dr. Johnson’ın şu sözlerine katılmaya zorlayacaktır: “Eğer Pope da şair değilse şiiri nerede bulmalı?”

Nazmi Ağıl

Hanımefendi,
Size ithaf ettiğime göre bu şiiri önemsediğimi inkâr etmek boşuna çaba olur. Ama inanın, yalnızca öteki hemcinslerinin değil, kendilerinin de boşta bulunarak düştükleri küçük budalalıklara gülebilecek kadar sağduyulu ve şakacı tabiatlı birkaç genç hanımı eğlendirmek için yazıldı bu şiir. Nedense, bir sırrı açıklıyor havasıyla dilden dile dolaştı ve çok geçmeden gün yüzüne çıktı.

Ben kusurlu bir kopyayı kitapçıya sunmuşken, düzeltilmiş yeni bir baskının yayınlanmasına razı olmak iyi yürekliliğini gösterdiniz. İlkini teslim etmek zorunda kaldığımda düşündüklerimin ancak yarısını gerçekleştirebilmiştim, çünkü projemi tamamlayacak mekanizma henüz mevcut değildi.

Hanımefendi, mekanizma, eleştirmenlerin ortaya attığı bir terim ve şiirlerde tanrıların, meleklerin, şeytanların rol aldığı bölüm için kullanılıyor: Ne de olsa eski ozanların günümüzün birçok hanımıyla ortak bir özelliği var: Bir olay kendi içinde ne kadar değersiz olursa olsun, onlar onu daima en önemli şeymiş gibi gösterirler. Ben bu mekanizmayı çok yeni ve ilginç bir temel olan doğaüstü varlıklarla ilgili Rosucrician öğretisi üstüne kurmaya karar verdim. Bir hanımefendinin önünde anlaşılması zor kavramlardan konuşmanın ne kabul edilemez bir davranış olduğunu biliyorum; ancak bir ozan için yapıtlarının özellikle sizin cinsiniz tarafından anlaşılması öyle önemlidir ki birkaç zor terimi açıklamama izin vermelisiniz.

Rosicrucianlar size tanıştırmam gereken bir topluluk. Bildiğim kadarıyla onları en iyi Le Comte de Gabalis adlı Fransızca kitaptaki bir bölüm anlatır. Bu kitap gerek başlığı, gerek hacminden dolayı öyle çok romana benzer ki cins-i latifin çoğu üyesi onu yanılıp bu niyetle okumuştur. Bu beylere göre dört elementte barınan, Hava, Yer, Su ve Ateş perileri olarak bilinen varlıklar vardır. Yer Perileri ya da İfritler toprakta yaşar ve kötülük yapmaktan zevk alırlar; ama Hava Perileri hayal edilebilecek en uyumlu yaratıklardır. Deniyor ki, gerçekten becerikli insanlar için çok kolay bir şartla, iffetin korunması şartıyla, her ölümlü bu yumuşak tabiatlı varlıklarla en mahrem yakınlığı kurabilirmiş.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.