Boyacının Penguenleri (küçük boy)

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Günün birinde Güney Kutbu’ndan kocaman bir paket içinde size bir penguen gönderilse ne yapardınız? Belki de geri gönderirdiniz ya da hayvanat bahçesine hediye ederdiniz.

Ama Bay Popper öyle yapmadı. Ünlü kutup kâşiflerinden Kaptan Cook’un adını verdiği akıllı ve şirin penguenini öyle sevdi ki o rahat edebilsin diye buzdolabını boşaltıp içine bir yuva bile yaptı. Hatta evinin bodrumunda buz pisti kurdu. Kaptan Cook’tan sonra Greta katıldı aileye, arkasından da tam on minik yavru penguen geldi. Zaten zar zor geçinen Popper ailesi, bu on iki penguenin de katılmasıyla ne yaptı dersiniz? Çözümü buldular, hem de öyle bir çözüm ki penguenler başta olmak üzere Popperler’in adını Amerika’da duymayan kalmadı.

Durgunsu Kasabası

Eylül sonlarında bir öğle sonrasıydı. Şirin bir kasaba olan Durgunsu’da boyacılık yapan Bay Popper, işini bitirmiş evine dönüyordu. Kovalarını, merdivenlerini ve kalaslarını da yanında taşıdığından yürürken epeyce güçlük çekiyordu. Orasına burasına boya ve kireç bulaşmıştı, saçlarına ve bıyıklarına da duvar kâğıdı parçaları yapışmıştı, pek de düzenli biri olduğu söylenemezdi doğrusu. Oyun oynayan çocuklar o geçerken başlarını kaldırıp gülümsediler, onu gören ev hanımları da, “Bakın bakın, boyacı Bay Popper geçiyor,” dediler. “Unutmayayım da John’a hatırlatayım, ilkbahar gelince evi bir güzel boyatsın.” Ama hiç kimse boyacının kafasından neler geçtiğini bilmiyordu, bilmek bir yana, günün birinde onun Durgunsu’nun en ünlü kişisi olacağını tahmin bile edemiyordu. Bay Popper hep hayal kurardı. Duvar kâğıtlarına yapıştırıcı sürerken olsun, insanların evlerinin dış yüzeylerini boyarken olsun, yaptığı işi unutur giderdi. Bir keresinde bir mutfağın üç duvarını yeşile, dördüncüsünü sarıya boyamıştı. Evin hanımı ise, öfkelenecek ve duvarları baştan boyatacak yerde öylesine hoşlanmıştı ki yapılan işten, duvarlara hiç dokunmamasını istemişti. Bu mutfağı gören öteki ev hanımları da duvarlara bayılmışlardı, çok geçmeden Durgunsu’da oturan herkesin evinin mutfağı böyle iki renkli olmuştu bile. Boyacının bu kadar dalgın olmasının nedeni, hep uzak ülkelerin hayalini kurmasıydı. Durgunsu’dan dışarı adımını atmamıştı. Mutsuz değildi kasabasında. Kendine ait küçük, güzel bir evi, çok sevdiği bir karısı, Janie ile Bill adında iki de çocuğu vardı. Yine de, eşimle tanışıp evlenmeden önce öteki ülkeleri şöyle bir gezip dolaşmış olsaydım hiç de fena olmazdı, diye düşünürdü sık sık. Hindistan’da kaplan avına çıkmamış, Himalayalar’ın doruğuna tırmanmamış, Güney’deki denizlerde inci çıkarmak üzere derin sulara dalmamıştı. Daha da önemlisi, kutupları hiç görmemişti. En çok da bunun eksikliğini duyuyordu. Buzlarla ve karlarla kaplı o bembeyaz, pırıl pırıl düzlükleri hiç görmemişti. Durgunsu’da bir boyacı olmaktansa bir bilgin olabilmeyi ne kadar da isterdi, eğer öyle olsaydı, kutuplara yapılan keşif gezilerine katılabilirdi. Kendisi gidemediği için, tek yapabildiği şey, durmadan oraları düşünmekti. Kasabaya ne zaman kutuplarla ilgili bir film geldiğini duysa, bilet gişesinin önüne ilk koşan bizim boyacı olurdu ve çoğunlukla da filmi üç kez arka arkaya izlerdi. Kasabanın kitaplığına ne zaman Güney ya da Kuzey Kutbu’yla ilgili bir kitap gelse, kitabı okumak için alan ilk kişi de Bay Popper olurdu. Aslında kutup kâşifleri hakkında öyle çok şey okumuştu ki, onların adlarını teker teker sayabilir ve her birinin yaptıklarını sıralayabilirdi. Bu konuda tam bir uzman sayılırdı. Akşamları bu iş için en uygun zamandı. O zaman küçük evinde koltuğuna gömülebilir ve dünyanın kuzeyindeki ve güneyindeki o buz gibi soğuk bölgeler hakkında yazılanları okuyabilirdi. Okurken de Janie ile Bill’in geçen yılbaşında hediye ettikleri küçük küreyi alıp okuduğu bölgenin bulunduğu yeri arayıp bulabilirdi. Şimdi de, sokaklarda yürürken, hem akşam olduğu hem de eylül ayının sonu geldiği için büyük bir mutluluk duyuyordu. Proudfoot Caddesi, 432 numaradaki küçük evine varınca kapıyı açıp içeri girdi. Kovalarını, merdivenlerini ve kalaslarını yere bırakıp Bayan Popper’i öperken, “İşte böyle tatlım,” dedi, “boya mevsimi sona erdi. Durgunsu’da ne kadar mutfak varsa boyadım, Elm Sokağı’ndaki yeni apartmanın bütün dairelerindeki bütün odaların duvarlarını kâğıt kapladım. İlkbahara kadar bir işim kalmadı, ilkbahar gelince insanlar evlerini boyatacaklar.” Bayan Popper içini çekti. “Bazen ilkbahardan sonbahara kadar süren bir iş yerine, bütün yıl kesintisiz süren bir işte çalışsaydın diye düşünüyorum,” dedi. “Ara sıra tatil yapıp evde kalman hoşuma gidiyor elbette, ama bütün gün oturup kitap okuyan bir adamın yanında temizlik yapmak pek kolay olmuyor doğrusu.” “İstersen bütün evi boyayayım canım.” “Aman aman, sakın” dedi Bayan Popper, “geçen yıl yapacak başka bir iş bulamadığından banyoyu tam dört kez boyamıştın, bence bu kadarı yeter. Ama asıl canımı sıkan şey, para konusu. Biraz para biriktirdim, daha önceki kışlarda olduğu gibi yine idare edebiliriz sanıyorum. Ama artık pirzola filan yemek yok, dondurma da, pazar günleri bile.” Oyun oynamaktan dönen Janie ile Bill bunu duyunca, “Yoksa her gün kuru fasulye mi yiyeceğiz?” diye sordular. “Herhalde öyle olacak,” dedi Bayan Popper. “Haydi gidip ellerinizi yıkayın, yemek yiyeceğiz. Sen de babamız, şu pis boyaları kaldır, nasıl olsa daha uzunca bir süre onlara ihtiyacın olmayacak.”

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.