Bir Şehrin Boynundayız

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

“annem havalanıp doğduğu topraktan
çan seslerinin ardı sıra sürüklendi ege’ye
ben alpler’in eteklerinde
göle bakan bir manolya ağacı olarak kaldım
babam öldü babam öldü demedi kimse benden başka
annemdi tek babamı yitiren
biliyorum o gece gömüldü babam / annemin yüzüne
ayın pencereden döküldüğü masamda
durur fotoğrafı annemin
eli çenesinde yurdundan uzak gözleri uçurum
bir bakışı alır düşlerimi götürür çocukluğuma
istanbul anne kucağına dönüşür birdenbire.”
Bir Şehrin Boynundayız...

Ahmet Özer’den yeni şiirler

aşkın
ve
ayrılığın
sesiyle
ağustos herhangi bir gününde
tren buğulu / gar kalabalık / sevgili umarsız
incecik parmakların kuşattığı eldir
güneşle ayrılığın arasında boy veren.
ben çocuktum anne
fotoğraflarım siyah beyaz saçlarım yağmurlu
zaman giriyor sevincin ve hüznün arasına
yüzümdeki yalnızlık bulutu şekil değiştiriyor
bir yabancı daha ekleniyor kentin damarına.
biliyorum geceyi bitirmek
büyük ve umutsuz bir düellodan başka nedir
karanlık yapışkan / hasret dörtnala / kuşatma geçitsiz
masalın en güzel sayfasında köprüler paramparça.
şimdi uzakta bir şehirde
toprağın esmerliğinde saydam gökyüzü
çınarlardan yaz rüzgârı akıyor kuşların şarkısıyla
ışıltılı yapraklarıyla söğütler
gölgesi raylara dökülen turaçlar
ve yemyeşil suyuyla bakırçay
en süzgün akışını aktarıyor bir bozlağa.
ben çocuktum anne
şimdi sevgini daha da katlayarak mendilime
teninden esinti götürüyorum düşümdeki kentlere
aynalarda başkasının yüzüdür yüzümle çakışan
yıldızlarla konuşan sesimdir yitirmediğim
sesimdir gecenin sonsuz derinliğine
aşkın ve ayrılığın çığlığı olup serilen.

bakışı
aşktı
ne çok güzeldin
yüzünden gün boyu ırmaklar dökülürdü
haberin tam saatinde / akşamın indiği vakitte
düşlerimiz havalanırken rüzgârın uğultusunda
ışıltılı ipeğin telleri dokunurdu sesinde
dilinden türkçenin en güzel iklimi yansırdı
sözcükler soluk alırdı aynanın derinliğinde
binlerce görüntünün önünde
bakışın çınlardı seven bir yüreğin ömrüne.
çok güzeldin
bir masal aşkını nasıl büyütürdün bilemem
bildiğim / güzel bir sesin bir akşamüstü
yağmur yağarken / okuduğum kitap anıların ellerinde
kapım açık / kuşların göç vaktinde
dilini günlerime serip bir orman yaratarak
sevgiden sözler bırakmaktı toprağa
‘seviyorum seni’ nakışıyla örülmüş.
ne güzeldin
bir yaşamın ortasındayken günlerimiz
isterdim sözlerin samanyoluna karışırken
denizin eteklerinden yıldızlara savrulmayı
uçuversen kapalı kutudan / uzandığım uçuruma
sözcüklere süt veren şiire dönüşürdün
koysam şarkıların en yalnız akşamına adını
dilime tuttuğun ışıkta gökyüzü olurdun
karın en güzel yağışını anlatırken dünya
dizelerim kanardı birdenbire
tarihin mermerinin en ince damarında.

yarım kalan güncemiz
şiir ırmağın sonsuzluğa akışıdır
ey şair uzat avuçlarını
tut suyun o ürperten sesini
dolsun damarlarına deprem uğultusu.
aşk yüreğin gençlik dağına tırmanışıdır
ey âşık gözlerini çiçeğin rengine ayarla
bütün atlarını koş bindiğin arabaya
bir ovadasın unutma / rüzgâr şahdamarında.
suyu geçtim gökyüzü ardım sıra durur
savruldu nice yangınlardan kalan küllerimiz
tanığı olduğumuz dünya serpildi bizimle
çocuk yüzüdür ömrümüz zamanın aynasında.
dallar tutuştu tomurcuklar yaprağa sefer eyledi
toprak tohumla öpüştü nisan güneşinin altında
baharı böylesine sevmezdik isyanımıza benzemese
gülün güle dokunuşudur sınanan hayatımız.
toz bulutudur anılar ağır başakları havalandıran
hangi şehirlerde kaldı yüzleşen yüzümüz
biliyorum uzun menzile akan her yürüyüşte
yıldızlar kayar / nergislerin boynu bükük / geceler uzundur.
yağmurlar yağıyor çocukluğuma şimşekli gökyüzünden
üşüyen dünyanın ortasında sığınıyoruz anılara
gün doğurmasaydı kendini şafağın buğulu sesinden
güncemiz yarım kalırdı / lambamız yanık / düşlerimiz yaralı.
kar yağıyor sevgilim dünyanın bütün denizlerine
ne güzeldir bir şarkıyı söylemek / içinde cehennemler taşıyan
bunca güzel olmazdı birlikteliğimiz ayrılıkla kesişmeseydi
bir fotoğraf duruyor yaşımızın ufkunda / zamanı durduran.

bir yerinde dünyanın
köln’de insanlığa ayna olan panoda
arko datta’nın fotoğraflarına bakıyorum
acıyı almış okyanusun kalbinden
insanın savrulduğu istasyona bırakmış
trenlerle aksın diye dünyaya.
gökyüzüdür üzerine çöken / bir kadın soluk soluğa
yüzü kumlara gömülü / avuçları göğün derinliğine
saçlarında tuzu denizin
güneş dökülüyor boynuna / çığlığın kızgın alevine
acının çanları devreye giriyor birdenbire
donuveriyor ömür bir karede.
denizin yatağıdır kırılan
dalganın yıldızlara savrulması / sesin uğultusu
ey hayat yaşadıklarımız buraya kadar
rengi soluyor ömrümüzün
bir sahnede ışıkları kararıyor dünyanın
sesim
çok uzakta.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.