Bir Meşk - Gibi Yaşamı ve Yapıtıyla Mengü Ertel

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Bir Usta Bir Dünya: Mengü Ertel
Yapı Kredi Kültür Merkezi
4 Mart - 23 Nisan 2011

Ünlü grafik tasarımcı Mengü Ertel’i bütün yönleriyle anlatılıyor.
Bir Usta Bir Dünya: Mengü Ertel - “Tepe tepe kullanıyorum hülyalarımı” sergisiyle eş zamanlı olarak yayımlanan Dilek Bektaş’ın kaleme aldığı, Bülent Erkmen’in tasarladığı Bir Meşk Gibi,  Mengü Ertel’i bütün yönleriyle anlatıyor.

4 Mart-23 Nisan 2011 tarihleri arasında Yapı Kredi Kültür Merkezi’nde ziyaret edilebilecek sergi, Mengü Ertel’in sekseninci doğum ve onuncu ölüm yıldönümü anısına düzenlendi. Sergide Mengü Ertel’in hazırladığı afişler, logolar, kitap ve dergi kapakları, illütrasyonlar, serbest grafik çalışmaları ve tiyatro dekorları sanatseverlerle buluşuyor. Yayımlanmış afişlerin yanı sıra yayımlanmamış orijinal afişler ve afiş taslakları da sergilenen eserler arasında yer alıyor. Böylece ziyaretçiler tasarımcını düşünce sürecine tanık olabilecek. Bu retrospektifte Mengü Ertel’in çalışmalarından seçmeler ilk kez toplu olarak gösteriliyor. Sergi Ülfet Ertel ve Murat Ertel’in danışmanlığında hazırlandı. Sergi konsepti ve tasarımı Sadık Karamustafa tarafından gerçekleştirildi; grafik tasarımını Ayşe Karamustafa yaptı.

“Mengü”
AYKUT KÖKSAL

Grafik tasarım ürününün zorunlu iletişim işlevi, toplumsal arka planla ilişkisini öteki tasarım disiplinlerinden daha belirgin hale getirir, çünkü ürünün programını ağırlıklı olarak belirleyen bu toplumsal arka plandır. Bu yüzden Cumhuriyet’in ulus-devleti inşa süreci en iyi İhap Hulusi’nin işlerinden okunur. İhap Hulusi’nin çalışmalarının büyük bir bölümü bu inşa sürecini aktaran göstergelerdir. Benzer bir durumu 1980’ler Türkiye’sinin yaşadığı dönüşümde ve bunun grafik tasarım üretimine kuvvetli bir biçimde yansımasında da izleyebiliriz. 1983 sonrasında uygulanan neo-liberal politikalar, ülkenin uluslararası sermayeye açılması, küresel dünyayla ticari ilişkilerin gelişmesi, pazarlama iletişimi sektörünün büyük bir sıçrama yapmasına neden olacak, bu da grafik tasarım üretiminde dünyayla eşzamanlılığı yakalamanın peşine düşen parlak bir kuşağın doğuşunu getirecektir ki, bu dönemin önde gelen aktörleri arasında Bülent Erkmen’in başı çektiğini biliyoruz.
Mengü Ertel’in üretimini anlamlandırmak için de hem yetiştiği, temel yönelimlerini belirlediği 1950’lere, hem de ilk önemli ürünlerini vermeye başladığı 1960’lara bakmak gerekir. 1950’ler, Türkiye’de resmi ideolojinin egemen olduğu içe dönük bir dönemin ardından gelir ve liberal bir dönüşüme sahne olur. Bu dönüşümü gerçekleştirenler çevreden gelen siyasal aktörlerdir ve merkezde konumlanan “aydınlarla” çelişki yaşamaları da kaçınılmaz olur. Bu yüzden dönemin kentli aydınları bir yandan liberal açılımdan beslenirler, dünya ile yeni ilişkiler geliştirirler, çeşitli sanat disiplinlerinde modernizmle tanışırlar ama bir yandan da iktidara karşı sert bir muhalefetin taşıyıcılığını yüklenirler. Mengü Ertel’in tüm düşünsel yaşamını, ileriki yıllardaki siyasal duruşunu, toplumsal ilişkilerini, kültürel ilgi alanlarını belirleyen de formasyon yıllarını kapsayan bu dönem olur. Bu dönemin ardından 1960’ların görece özgür ortamı gelecek ve Türkiye’nin o yıllardaki yoğun siyasal iklimi, pek çok aydın, yazar ve sanatçının üretimine doğrudan yansıyacaktır. Dönemin en önde gelen yazarları, edebiyatçıları aynı zamanda sol siyasetin önde giden savaşımcılarıdır. Başka bir deyişle 1960’ların sanat ortamı içinde yer almak sol siyasal bir duruşa sahip olmakla neredeyse eşanlamlıdır. İşte bu dönem pek çok açıdan Ertel’in ilk işlerini belirleyecek ve onları daha iyi anlamlandırmaya olanak verecek ipuçlarını taşıyacaktır.
1960’lar Türkiye’sinde pazarlama iletişimine ihtiyaç duyacak bir piyasa ekonomisinin varlığından söz etmeye olanak yok. Bu yüzden, grafik tasarımcıların üretimini talep edecek gelişmiş bir iletişim sektörü de henüz ortalarda gözükmüyor. Dönemin öne çıkan grafik tasarımcılarının çalışmaları da, doğal olarak, sanat ve kültür ortamından gelen iş talepleriyle gerçekleşiyor. Bu bağlamda tiyatroların öne çıktığını, Mengü Ertel’in ilk işlerinin de ağırlıklı olarak tiyatro afişleri olduğunu görüyoruz. Sadece Ertel de değil, Yurdaer Altıntaş’ın o dönemdeki çalışmaları da özellikle tiyatro afişlerinden oluşuyor, hatta 1960’ların sonunda öğrenci olan Sadık Karamustafa da o yıllarda ilk çalışmaları olan tiyatro afişlerini tasarlıyor. Bu arada, sol siyasal duruşun, (henüz Türkiye’de tam anlamıyla mevcut olmasa da) piyasa ekonomisinin taleplerine yönelik iletişim öğeleri tasarlamayı a priori dışarıda bırakma eğiliminde olduğunu unutmamak gerek.
Ertel’in afişlerinin Polonya afişleriyle büyük bir dil benzerliği taşıması da çok anlaşılabilir bir durum. O yıllarda bir demirperde ülkesi olan Polonya’da, grafik tasarım, piyasa ekonomisi dışında gelişebileceği bağlamı kültürel afişlerde yakalamıştı; üstelik tüm demirperde ülkeleri içinde görsel dilin kaba bir “toplumsal gerçekçilik”e saplanıp kalmadığı birkaç ülke içinde Polonya en önde geliyordu ve geliştirdiği özgün afiş diliyle de tüm dünyada saygın bir yere sahipti. Burada Ertel’i çeken iki nokta var: Bir yandan sol bir siyasal duruş ama bir yandan da toplumsal gerçekçi estetiğin sığlığından uzak olma.
Mengü Ertel’in tiyatro afişleri bu genel yönelimlerin ötesinde de anlamlar taşıyor: Ertel’in tiyatro ile ilişkisi siparişe değil, kendi seçimine dayanıyor. Yani tiyatro ile kurduğu “kişisel” ilişki nedeniyle tiyatro eksenli işler yapıyor Ertel ve bunlar da sadece afişlerden ibaret değil, serbest çalışmalara ya da tiyatronun ikonik figürü Muhsin Ertuğrul’a dek uzanıyor. Hem grafik tasarımın bir “disiplin” olarak henüz rüştünü ispat etmemiş olması, hem de tasarım disiplininin siparişle varlık bulan ayırıcı özelliğinin kendisini ilgilendirmemesi, Mengü Ertel’i, programını kendi belirlediği, sipariş edilmemiş, hatta sahneye konmamış tiyatro oyunlarının afişlerini yapmaya ve bunları sergilemeye götürüyor. Ve de ilk kez bunlardan birini yurt dışına gönderdiğinde grafik ürünün “basılı olma koşulu” ile karşılaşıyor.
Görüldüğü gibi Mengü Ertel’in üretimini anlamlandırmak için, belki de en az grafik tasarım disiplininin kendisine bakmak gerekiyor. Sınırlarını disiplinlerin belirlediği normlarla değil kendi tanımladığı özgür üretim bağlamıyla tanımlayan bir “sanatçı” Ertel. Son sergisi olan Büyültmeler’in küratörlüğünü yaparken bu “sanatçı” duruşuna en yakından tanık olmuştum: Kendi belirlediği “büyültme” kavramının bir küratörün elinde mekânsal bağlama aktarılmasına ve bir çağdaş sanat sergisinin kavramına dönüşmesine büyük bir heyecanla katılmıştı.

İşte Ertel’in üretimini kavramak için de öncelikle katılarak izlemek, katılarak yorumlamak gerekiyor. Tıpkı Dilek Bektaş’ın bu kitapta yaptığı gibi. Bektaş bizi bir yandan Mengü Ertel’in yaşamıyla, üretimiyle ve onun için üretilmiş düşüncelerle başbaşa bırakıyor, bir yandan da sakin bir duruşla bu üretimi anlamlandırmaya girişiyor ve katı sınırlarla tanımlanmamış bir üretimi “aktarmanın yolunu arama süreci” kitabın kendisine dönüşüyor.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.