Bezgin Martı ve Çılgın Kelebek

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Prof. Dr. Artun Ünsal’ın gazete ve dergi yazılarından oluşan son kitabı Bezgin Martı ve Çılgın Kelebek

“Türkiye son yıllarda çok değişti. Ne var ki kimi gözlem ve izlenimlerimin bugün de bir ölçüde geçerli olduğunu sanıyorum. Çünkü her toplumda olduğu gibi bizim toplumumuzda da alışkanlık ve davranışlar moda deyimiyle ezberler kolay değişmiyor. Gene de gelecek konusunda iyimserliğimi hiç yitirmedim. ”

Köşedeki Ev

Yokuşun başındaki tek katlı evin balkonunda etrafı güleç yüzüyle seyreden bembeyaz sakallı yaşlı adam, önünden her geçişte benim için dinginlik ve mutluluğun canlı bir temsilcisi oluyordu. Dayanamadım, onu selamlamaya başladım, komşu olmadığımız halde...
Bir gün balkonda yanında yaşlı bir hanımla otururken gene selamlaştık. Herhalde eşi olmalıydı. Onda da aynı “nurani” yüz, aynı sevecen tebessüm. Selâmımı birlikte aldılar, hatta beni evlerine çay içmeye davet ettiler. İstanbul gibi giderek duyarsızlaşan ve vahşileşen bir kentte bu insancıl sıcaklık. Çok etkilenmiştim bu sevimli ihtiyarların dostluğa çağrısından. Ama, işim öylesine aceleydi ki, aynı içtenlikle teşekkür edip, bir dahaki sefere söz bile verdim.
Neydi köşedeki evde yaşayanlarda beni çeken? İnsanların birbirlerine dostluk göstermelerinde yadırganacak bir durum yoktu aslında. Dışadönük bir kişi olduğum için, bana çok doğal geliyordu zaten. Belki bu insanları gözümde büyüten, birlikte yaşlanmayı becerebilmiş olmalarındaydı. Evet, evet öyle; hiç şüphem yoktu. Köşedeki evde örnek bir çift yaşıyor, yıllardır sürdürdükleri aşkları balkonlarından taşıyordu.
Karşılıklı sevgi ve saygı ile yaşlanabilmek. Bir günlük heyecan ve doyumların telaşlı ve iddialı dünyasından çok uzak bir gezegende yaşamak gibi... Ortaokul dönemlerimden beri, birbirlerine dayanıp yürüyen, vücutları ve gönülleri ortak bir yaşamı paylaşan yaşlı çiftleri zaten hayranlıkla izlerim. Bazen imrenerek, hatta kıskançlıkla. Ben aşklarımla sevgilerimle uzun yıllar evli kalmış, ama beraberce yaşlanmayı becerememiş biriydim. Hata, onlardan çok bende olsa gerekti. İtiraflar saatinin gecesi gündüzü olmaz ki...
Köşedeki evde oturan bu yaşlı çift belki de bu can alıcı noktama dokunduğu için beni çekiyordu. Mutluluk dediğimiz ne ki? Yaşanan anlar sadece. İnsanlar saat rakkası gibi mutluluk ile mutsuzluk arasında bir oraya bir buraya sallanmıyor mu? Ömür boyu aşk, bir aldatmaca sanki. Ama, hayal gücümüzü ne durdurabilir ki? Benim gözümde, birlikte yaşlanmayı becerebilmiş olan bu çift mutluydu. En azından, yaydıkları huzur dolu hava beni de mutlandırıyordu...
Bir sabah yaşlı hanıma bizim sokakta rastladım. Yanına yaklaştım gülümseyerek. “Nasılsınız, bizim sokakta ne arıyorsunuz?” diye seslendim usulca. Nedense, hanımın yüzünde geçen gün tanığı olduğum balkondaki dinginlik yoktu. Önce, yüzüme bakmadan “Oğlumu arıyorum” dedi, sertçe. Sonra durdu, gözlerini bana dikti azarlarcasına. Ardından “Ben sizi tanımıyorum, ne hakla beni rahatsız ediyorsunuz, çekin gidin karşımdan!” diye dilini ateşledi. Boğaz’ın tüm rüzgârları başımdan aşağı inen bu bir kova sıcak suyu soğutamazdı. Ne mi yaptım? “Affedersiniz, beni hatırlayamadınız galiba” diyerek, yoluma devam ettim. Daha doğrusu, kaçtım; “İnşallah kimse bu bozgunu görmemiştir” umuduyla...
Bu denli sevecen ve kibar görünen bir insanın bir anda bambaşka bir kimliğe bürünmesi, olacak şey değildi. Artık köşedeki evin önünden süklüm püklüm geçecektim, gözlerimi balkondan kaçırarak. Ama bir gün, bizim sokakta bu kez bembeyaz sakallı adamla karşılaştık. O da biraz telaşlı görünüyordu. Dayanamayıp yanına yaklaştım ve eşinin bana gösterdiği tepkinin nedeni sordum. “Sormayın” dedi, “ben de onu arıyorum şimdi. Oğlumuz sizin sokakta oturuyor ama, “Oğlana gidiyorum” diye evden çıkıp orada burada kayboluyor. Sabahtan beri onu arıyorum. Bilmezsiniz yıllardır çektiğimi. Gece uyanırım, bakarım yanımda yok, evden çıkmış gitmiş. Ne yapsam ki. Eridim, bıktım.”
Zavallı kadın uzun süredir bir ruhsal bunalım geçiriyormuş, adamı perişan edercesine. Benim balkonda kocasının yanında bir mutluluk abidesi gözüyle selamladığım insan sadece bir görüntüymüş meğer. Ender huzurlu dakikalarının bir fotoğrafını çekmiştim bilmeden. Oysa, birlikte yaşlanmanın en nadide örneklerinden biri olarak selamlamıştım bu insanları. Onların huzurunu paylaşmak bile istemiştim, kendi başarısızlıklarımı unutmak istercesine...
Yıkıldım elbette. Sonra iyimserliğim ağır bastı. Yaşlı adamın eşinden tüm yakınmalarına karşın, ses tellerinden gene sevgi gene şefkat fışkırıyordu. Belki de gerçek aşk buydu. Yoksa bir serap mı görüyordum gene?

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.