Beyaz Şah

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Siyasi baskı altında yaşamaya çalışan bir toplum, bir çocuğun bakışından etkileyici bir üslupla anlatılmaktadır.  İnsanın yüceliğine ve alçaklığını dair unutulmaz bir başyapıt!

Dünyada birçok dile çevrilen ve büyük ilgi gören kitapta, olayları babası gizli polis tarafından tutuklanan ve bir çalışma kampına kapatılan 11 yaşındaki bir çocuğun gözünden izliyoruz. Günlük hayatın acımasızlığına yine de şakayla ve bir masalmış gibi bakan Cata’nın gözünden.

Çavuşevsku Romanya’sında babasız kalan Cata okulda karşılaştığı eziyet karşısında da sessiz kalır. Çernobil faciasının ardından her yerde yapılan radyoaktivite uyarılarına rağmen çocukları futbol oynamaya zorlayan beden eğitimi öğretmeninde, hiçbir şiddetten kaçınmayan kaba ve ruhsuz gençlerde, babasını gördüklerini iddia eden inşaat işçilerinde, korkunun ve umudun, baskının ve ihanetin alaycı oyunuyla karşılaşır.

Siyasi baskı altında yaşamaya çalışan bir toplum, bir çocuğun bakışından etkileyici bir üslupla anlatılmaktadır.  İnsanın yüceliğine ve alçaklığını dair unutulmaz bir başyapıt.

Yatarken çalar saati yastığımın altına koymuştum, zilini yalnız ben duyayım, annem uyanmasın diye, ama daha saat çalmadan uyandım, yapacağım sürprizi düşündükçe içim hopluyordu, yazı masamın üstünden nikel kaplama Çin malı cep lambamı aldım, yastığın altından saati çıkarıp lambanın ışığına tuttum, beşe çeyrek vardı, çalmasın diye düğmesine bastım, elbiselerimi akşamdan iskemlenin arkalığına koymuştum çabucak giyindim, gürültü etmemeye son derece dikkat ediyordum, pantolonumu giyerken iskemleye çarptım, Allah’tan devrilmedi, odamın kapısını dikkatle açtım, gerçi biliyordum gıcırdamayacağını çünkü bir gün öncesinden menteşelerini makine yağı ile yağlamıştım, büfeye gidip usulcacık orta çekmecesini çektim, annemin saçlarımı kestiği büyük terzi makasını aldım, sonra sokak kapısının Yale kilidini çevirdim ve yavaşça dışarı çıktım, altımızdaki katın merdiven sahanlığına gelinceye kadar acele etmedim ama oradan sonra basamakları koşarak indim, bayağı sıcak bastı üstüme, apartmandan çıkar çıkmaz hemen küçük parka doğru yollandım, orada, çeşmenin yanı başındaki çiçek tarhlarında şehrin en güzel laleleri vardı.

Altı aydan fazladır babamsız kalmıştık, oysa çok acele bir iş için bir haftalığına deniz kenarındaki bir araştırma istasyonuna gitmişti, benden ayrılırken seni de götüremediğim için çok üzülüyorum demişti, deniz o sıralar, güz sonlarında eşsiz bir güzellikte olurmuş, yazları olduğundan çok daha öfkeli iri iri sarı dalgalar savrulurmuş her yana, göz alabildiğine her yer bembeyaz köpüklerle dolarmış, ama üzülme demişti, söz vermişti eve döner dönmez beni de götürecek, bana da gösterecekmiş denizi, hayret, nasıl oldu da on yaşını geçtiğim halde hâlâ denizi görmemişim, hele bir dönsün bunu da yaparmışız, ihmal ettiğimiz birçok şeyle birlikte bunu da yaparmışız, aceleye gerek yokmuş, her şeye bol bol vaktimiz olacakmış, bütün bir hayat varmış önümüzde. Bu, babamın en çok sevdiği cümlelerden biriydi, ben bunun ne demek olduğunu hiçbir zaman tam olarak kavrayamamıştım, sonraları eve dönmesini boşuna beklerken bu cümleyi çok düşündüm, nasıl ayrıldığımızı da, onu son görüşümü de.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.