Benim Lokantalarım - İstanbul’dan Anadolu’ya Göz ve Damak Anıları 309 Adres

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Güncellenmiş yeni baskısıyla "Benim Lokantalarım" Artun Ünsal’ın  son on yılda gittiği yeme içme mekanlarından derlediği göz ve damak anılarını içeren tam bir başucu kitabı.

Geleneksel Boğaz ve Beyoğlu  meyhanelerinden tencere yemekleriyle ünlü esnaf lokantalarına, yabancı “restaurant”lardan Anadolu’nun özgün mutfaklarına, köfteciden kebabçıya; pastırmacıdan turşucuya, muhallebiciden kaymakçıya dek pek çok yenme içme mekanı üzerine Artun Ünsal’ın yazdığı övgülü-yergili  eleştiriler, günümüz lokantalarının tutanakları niteliğinde. Pek çok yemeksever kendi lokantasını bulabilecek "Benim Lokantalarım"da.

Ahırkapı

Balıkçı Sabahattin

İstanbul’un tarihi mahallerinden Cankurtaran, Sultanahmet’in altına düşer, denizden önce suriçinde. Balıkçı Sabahattin de Akbıyık hamamına yakın, sokak içinde bütçeyi yormayan küçük ve şirin bir semt meyhanesiydi, bundan 10 yıl öncesine dek. Oysa, şimdilerde yeni mekânında hem kalitesi hem de yükselen fiyatlarıyla “sınıf atlayarak” adı geçen İstanbul restoranlarından birine dönüşmeyi başardı. Dahası, Sultanahmet’in son yıllardaki gelişmesine ayak uydurarak yabancı turistlerin ilgisini çekmeyi bildi, hatta yabancı basın ve kent rehberlerinde yer alarak “uluslararası” üne de kavuştu. Ne demişler, “Zaman sana uymazsa sen zamana uy”... Balıkçı Sabahattin’inki de böylesi bir başarı öyküsü. Nostaljikler hâlâ “eski” Sabahattin’in meyhanesinin özlemini çekeceklerdir. Hâlâ duruyor, ama başka birisine kiralanmış... Ama biz de “şimdiki zaman”a odaklanarak, “yeni” Sabahattin’e sizler adına bir uğramalıyız değil mi? Öyle yaptık, hiç de pişman olmadık. Gerçi pek ucuz bir yer değil, ama mutfağı genelde oldukça başarılı... Yerini bulmak çok kolay; Sirkeci’den ya da Yenikapı’dan gelirseniz, Cankurtaran’dan itibaren panolar sizi yönlendiriyor. Cankurtaran tren istasyonuna ise bir adım...

Erol Taş’ın Kahvesi, “Karışma Sen” balık lokantası, İsmail Dede Efendi’nin Evi, Kalyon ve Armada Otelleri semtin bilinen durak yerleridir. “Yeni” Balıkçı Sabahattin de öyle... Restore edilmiş üç katlı tarihi evin dışı ve içi uyumlu. Bahçede bir sandal, yanında şimdilerde naylon çadıra girmiş yazlık bölümü. Birinci katta sağlı sollu iki ufak salon. Bir üst kat enlemesine salon, en üst katta ise minik odalarda minik salonlar. Hafta içi olmasına karşın, tüm masalar dolu. Bravo!

Ben girişte soldaki salonda karar kıldım. Sağımda İngilizce, solumda Fransızca konuşulan masalar ağırlıkta. Kısacası “kozmopolit” bir ortam. İstanbul’a yakışır kaliteli bir turist kitlesi. Üst katlarda yurdum insanları, ama onlar da herhangi bir şık Boğaz lokantasında karşılaşabileceğiniz konumdan. Tadıma başlıyabiliriz: Lakerda, muhteşem! Patlıcan salatası, güzel. Ahtapot salatası, istediğim gibi; yeşil zeytinsiz, turşusuz. Koca bir tutam dereotu koymuşlar üzerine, daha minik olabilirdi. Kıvamında haşlandığı için sertçe. Günlerce marine edilmiş baygın ahtapot dilimlerinden hazzetmem de. “Sınıfı geçti!” Ara sıcak babında, ızgara kalamar. Kalamar ikiye bölünmüş. Üzerinde de bol kırmızı pul biber ve zeytinyağıyla pişirilmiş. Bana göre, pul biberden çok, kekik yaraşırdı... Bir de ikiye bölmeyip yanında başıyla tam ızgara edileydi, bu yumuşacık kalamar göze daha hoş gelirdi. Sordular, “Midyeli plav ister misiniz?” diye. Gelsin dedik. Aklımda midye bastı var ya... Karşıma çıka çıka baharlı iç pilavlısı çıktı. Pirinci tane tane değil ve de küçücük midyeleri içinde ara ki bulasın; ama yuvarlak havuç dilimleri var. Affımı rica ettim efendim...

Bereket, ızgara dil balığım midyeli pilava ilişkin düş kırıklığımın üstesinden geldi. Çok güzel pişirilmiş, sulu sulu. Haşlanmış patatesten körpecik rokaya, garnitürü de sade ve lezzetli. Ortam çok nezih, herkes kendi halinde, keyifli. Komşu masadaki Fransızlar da pek memnun. Rien à dire diyorlar, yedikleri balıklardan sonra... “Söyleyecek başka bir şey yok” yani, pek güzel...

Ayva tatlısı da göze alımlı görünüyor, ama başta mezelerden epey gittik; sade kahvemizle işi bitirelim diyoruz. Garsonumuz Ayhan Şut’tan mükemmel servis. Çok nazik ve yabancı müşterilerle İngilizce düzgün kelam edebiliyor... Fiyatlarsa, yineliyorum, pek ucuz değil, şarabın kadehi bile yekûn tutuyor yani... Bu arada, Angora şarabını sordum, “bulunmuyormuş”; fiyatı daha ucuz diye mi? Ha unutuyordum: Baktım, kimse sigara içmiyor, ben de içmedim pipomu. Bu yönüyle de Avrupa Birliği’ne şimdiden girmiş bir işletme Balıkçı Sabahattin. Her ne kadar sıkı bir tütüncü olsam, saygıyla karşılıyorum durumu. Yabancı müşteriler yaşasın! Çünkü onların özdisiplini resmi ama uygulanmayan yasaklardan daha etkili... Patron Sabahattin Korkmaz’ın oğlu Sertan kardeşimizle vedalaşıp ayrılıyoruz.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.