Belirsizin Bilimleri - İnsan Bilimleri İçin Yeni Bir Epistemoloji

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Eserleri çeşitli dillere çevrilen Moles, bu kitabında bilim hakkında kalıplaşmış ön-yargılarımızı sorgulamaktadır. Doğa bilimleri ve sosyal bilimlerden alınmış zengin örneklerden hareketle kesin olmayan, belirsiz, muğlak olguların incelenmesine uygun bir yöntembilim geliştirmektedir. Moles bu çerçevede, bazı önemli sorulara da ışık tutmaktadır: Yöntem açısından, "kesin" denilen bilimleri (doğa bilimleri) insan bilimlerinden (belirsizin bilimleri) ayıran nedir? Belirsiz olgular, bilim konusu olma statüsüne sokulabilir mi ve bu, nasıl temellendirilebilir? Günlük yaşamımızın dokusunu oluşturan belirsiz olgulara, kesinlik adına ve yöntem kaygılarıyla sırt çevrilebilir mi? Kitap bir yandan sosyal bilimler alanında çalışanlar için somut bir çalışma aracı, diğer yandan bilimsel bilginin sınırları ve statüsü konusunda yeni ve kışkırtıcı bir epistemoloji denemesi niteliği taşımaktadır.

Abraham Moles, zengin, derin, enerji dolu, üretken, çok yönlü ve şaşırtıcı kişiliğiyle çeşitli öğrenci ve araştırmacı kuşaklarını etkilemiş bir bilim adamı ve düşünürdür. O’nu, prototipini Leonardo de Vinci’nin veya Leibnitz’in oluşturduğu “savant universalis” kategorisine sokabileceğimiz ve bugün artık bilim ve düşünce dünyasında nesli tükenen insanlardan biri olarak nitelemek abartılı bir tavır sayılmamalıdır. “Dehaların yerine yeteneklerin” ikame edildiği tüketim toplumu bağlamında, teori ile pratik, doğa bilimleri ile sosyal bilimler, Fransız düşüncesi ile önce Alman, ardından Anglo-Sakson düşüncesi arasında sürekli yeni patikalar arayan ve bu özellikleriyle resmi onurlardan uzakta marjinal bir konumda, ama hep önde giden bir insan olmuştur.

1971’den itibaren, onun yaşamının en verimli yıllarında önce doktora öğrencisi, ardından araştırma asistanı ve sonra da kurduğu ve başında bulunduğu Uluslararası İletişim ve Mikro Psikoloji Derneği’nin bir üyesi ve hatta aile dostu olarak ilişkide bulunduğum Moles, Mayıs 1992’de, bu kitabın çevirisini üstlendiğim günlerde vefat etmiştir.

Moles, 1920’de Fransa’da doğmuştur. II. Dünya Savaşı’nın acılı yıllarında Grenoble, Paris ve Aix-en-Provence kentlerinde sürdürdüğü lisans öğretimi sırasında doğa bilimleri ve hukuk gibi alanlarda formasyon kazanmış ve 1942’de elektrik mühendisi diplomasını almıştır. 1952’de Sorbonne’da, o zamanki kurallara göre fizik alanında iki ayrı tez sunarak Docteur d’Etat ès Sciences titrini ve 1956’da yine Sorbonne’da biri felsefe, diğeri psikoloji/iletişim alanlarında olmak üzere iki tez daha sunarak Docteur d’Etat ès Lettres titrini kazanmıştır. Fizik formasyonunda Berger, Husserl, Merleau-Ponty ve Bachelard’dan, sosyal bilim formasyonunda Moreno, Piaget ve De Jouvenel gibi bilim adamları ve düşünürlerden etkilenmiştir.

Mesleki yaşamına C.N.R.S.’te (Bilimsel Araştırmalar Ulusal Merkezi) akustik, titreşim ve mekanik laboratuvarlarında araştırmacı olarak başlayan Moles, ABD’de M.I.T. ve Columbia Üniversitesi’nde bulunmuş, Fransız Radyo-Televizyonunda çalışmış ve 1957’de Rockefeller Vakfı’nın bursuyla tekrar ABD’ye gitmiştir.

Bundan sonra araştırma ve inceleme etkinliklerinde bir çeşitlilik içine girerek Kister Yayınları’nda (Cenevre), Atom Çağı Ansiklopedisi’nde, Scherchen Elektronik Müzik Laboratuvarında bilimsel direktörlük yapmış, C.N.OF.’de (Fransız Ulusal Organizasyon Komitesi) Metodolojik Araştırma ve İnceleme Merkezi’nin kurucuları arasında yer almıştır; 1959-1965 yılları arasında Ecole d’Organisation du Travail’da (İş Organizasyonu Okulu) ve 1961-1968 yılları arasında Hochschule für Gestaltung (Almanya-Ulm)da ve 1961’den itibaren de Henri Lefebvre ve George Gusdorf’un davetiyle Strasbourg Üniversitesi’nde çalışmaya başlayan Moles, burada Institut de Psychologie Sociale des Communications’u kurmuştur.

Moles’un emekli oluncaya kadar direktörlüğünü yaptığı bu enstitü, dünyanın çok çeşitli ülkelerinden öğrenci, araştırmacı ve uzmanların bir süre çalışarak gelip geçtiği gerçek bir bilim merkezi olmuştur. Moles, sosyal psikoloji, kitle iletişim araçları, iletişim bilimleri, çevre psikolojisi, eylemler teorisi, estetik ve mikro-psikoloji alanlarındaki çalışmalarını burada gerçekleştirmiştir.

Bu arada Brezilya, Canada, ABD (Kaliforniya ve Kolombiya) ve Meksika gibi ülkelerde misafir hocalık ve televizyon danışmanlığı yapmıştır. 1986’da emekliye ayrılan Moles, 1987’de Universite de Louis Pasteur-Strasbourg’da emeritus profesör olmuştur.

Moles evini tüm öğrencilerine açmakla birlikte özel yaşantısında konuşmayı sevmeyen bir insandı, özel yaşamının kimseyi ilgilendirmediğini, “insanların oldukları vasıtasıyla değil, yaptıkları vasıtasıyla varolduğunu” öne sürerdi. Müthiş bir çalışma azmi ve temposuyla evinde duvarlar ve odalar dolusu kitaplar içinde yaşayan Moles’un kitaplığında 6000 civarında kitabı vardı. Dialog esnasında adı geçen/istenen herhangi bir kitabı inanılmaz bir şekilde gidip bulurdu. Şöyle derdi “Bir kitaplığın değeri, kolayca ulaşılmasına bağlıdır. Kitaplarım yatay ve dikey olarak iki eksen etrafında düzenlenmiştir ve hiçbir maddi kataloğu yoktur, katalog kafamdadır. Bu, enformasyona hakim olmanın tek yoludur. Eğer aradığınız bir bilginin hangi kitabın, hangi bölümünde veya hangi yerinde bulunduğunu bilmezseniz, büyük bir kitaplığa sahip olmanın anlamı yoktur.”

Sağlam bir mantığı ve aynı zamanda çelişki ve paradokslara açık bir yanı olan Moles’un öğrencileri arasında dilden dile dolaşan sembolleşmiş sözleri vardı; “bir kitabı okuduktan sonra satın alırım” gibi. Seyahati severdi ve bundan çok şey öğrendiğini anlatırdı. Ona göre “seyahatlar, bir tür alan çalışması” niteliğinde görülebilirdi.

Moles’un emekliye ayrılmasının ardından, aralarında Edgar Morin, Julien Freund, Michel Maffesoli, Francis Balle, Elihu Katz, Andre de Palma, Yona Friedmann gibi ünlü kişilerin de bulunduğu bir grup tarafından O’na ithaf edilen ve La Physique des Sciences de l’Homme (İnsan Bilimlerinin Fiziği) adlı eserde derlenmiş oldukça tam bir yayın listesi bulunmaktadır. Buna göre Moles’un bazıları çok çeşitli dillere çevrilmiş (Örneğin; Socio-dynamique de la Culture; Kültürün Toplumsal Dinamiği, Türkçe dahil 13 dile çevrilmiştir) 30’u aşkın kitabı, 350 civarında yayınlanmış makalesi vardır. Makalelerinin kaba bir gruplanması yapıldığında yaklaşık sayılarla, fizik ve akustik alanında 40, müzikoloji ve müzikal akustik alanında 35; fonetik ve lengüistik alanında 25, sanat ve estetik alanında 50, çevre psikolojisi alanında 30, mikro-psikoloji ve eylem teorisi alanında 15, sistemler teorisi ve yapısalcılık alanında 25, iletişim bilimleri alanında 60 civarında makalesinin bulunduğu görülmektedir.

Moles, Leibnitz’e bağlı olduğunu söylemekten hoşlanmakla birlikte, strüktüralizmin, Freudizmin ve Marksizmin insanların kariyerlerini ve yayınlarını yönlendirdiği bir dönemde hiçbir ekole, klik ve klana bağlanmaksızın, bazen başkaldıran provakatör, bazen bir kenarda yapayalnız ve kendine yönelttiği ironik bir tavır içinde yaşamıştır. O’nun “tilimizi olmayan bir üstad” olduğu söylenmiştir. O’nun karmaşıklık anlayışının büyüklüğü (Morin), bilim adamı kimliğini sanatçı ruhuyla birlikte taşıdığını (Laulan), felsefenin ve bilimin katkılarını nadir bir ustalıkla bütünleştirdiğini (Jack Lang), yetiştirdiği genç araştırmacılarla bir tür suç ortaklığı (complicité) ilişkisi sürdürdüğünü (Fischer), yarının sorunlarıyla ilgili bir ön-bilim sahibi olduğunu (Mouchot), bilimin avangardı olduğunu (Estivals), araştırmanın sanat ve şiir, sanatın da araştırma olduğu görüşünü taşıdığını, spekülatörlerin gizli kasaları dışındaki popüler, programlanabilir, psiko-sosyal olarak canlı ve günlük yaşamın estetiğini yansıtan bir sanatla ilgilendiğini (Pages) vurgulayanlar olmuştur. “Belirsizin Bilimleri” Moles’un incelediği ve araştırmaları sonucunda ulaştığı bulguları ve düşüncelerini özetleyen bir kitap değildir; ama O’nun ilgi alanlarının çeşitliliğini ve yaklaşımındaki derinliği, çok yönlülüğünü ve disiplinlerarası bakışını yansıtmaktadır.

Bu kitapta, yazar, bilim hakkındaki yaygın önyargılarımızı, etrafımızda bulup fazla düşünmeden benimsediğimiz kalıp düşüncelerimizi sorgulamaktadır. Bu çerçevede çeşitli sorulara cevap aramaktadır; “kesin” denilen bilimler ile kesin olmadıkları söylenen bilimler arasındaki fark, gerçekte sanıldığı kadar büyük mü? Yöntem bakımından biri diğerinden daha ileri mi? Belirli bir disipline bilim olma statüsünü veren şey nedir? Muğlak veya belirsiz olgular bilimsel araştırma konusu olma statüsüne sahip midir ve eğer böyle ise nasıl ele alınıp incelenebilirler? Değişik bilim dallarında belirsizin yeri nedir? Moles bu ve benzeri sorulara, doğa bilimlerinden sosyal bilimlere uzanan geniş bir yelpazeden örnekler alarak cevap aramaktadır. Kitap hangi alandan olursa olsun, araştırmacılara ve uzmanlara, kendi kendilerini ve alanlarını daha geniş bir perspektiften görme imkanı sağlayacak bir nitelik taşımaktadır.

Kendi payıma, Moles’a karşı bir vefa borcu duyarak üstlendiğim bu kitabın çevirisiyle ilgili bazı noktalara işaret etmek isterim. Çeviride yazarın yazma stiline, Türkçe sentaksın izin verdiği ölçüde sadık kalmaya çalıştım. Çeviride anlam belirsizliği tehlikesi bulunmadıkça uzun cümleler bölünmemiştir. Bazı uzun cümlelerde bir özne veya bir başka türden sözcük zamir olarak birkaç kez tekrarlandığında, Fransızca’dakinin aksine, Türkçe’de zamirlerin erkek veya dişi olma özelliği bulunmadığından, cümleye sadık kalmak zorlaşmaktadır. Bu nedenle çeviride bu tür cümlelerin bölünmesi yoluna gidilmiş veya nadiren de olsa, Türkçe sentaksa pek uygun görünmeyebilecek bir uygulamayla zarf veya tümleçlerin cümledeki yerleriyle oynanarak anlam açıklığı sağlanmaya çalışılmıştır. Çeviride teknik terimlerin yer yer parantez içinde Fransızca karşılıkları verilmiştir. Bazı hallerde, terimlerin Türkçe karşılıkları için iki seçenek önerilerek aralarına (/) işareti konmuş iki sözcük kullanılmıştır.

Önemli bir nokta daha var. Toplumumuzda hızlı bir sosyal değişme yaşandığını ve dolayısıyla dilin bundan etkilenerek değiştiğini hepimiz biliyoruz. Kendi payıma böyle bir bağlamda, dille fazla oynamanın doğru olmadığını, bazı sözcükleri salt eski veya yeni oldukları için büyülü bir haleye büründürmeye ve zorlamayla birini veya tercih etmeye ya da yeğlemeye gerek olmadığını düşünüyorum. “Dilin öz dehası”nı bozmamak şartıyla/koşuluyla yazarların serbest bir dil kullanma hakkına sahip olduklarına ve kendini doğru bir şekilde anlatmanın ve doğru bir şekilde anlaşılmanın esas olduğuna inanıyorum. Bu nedenle, kuşkusuz özel bir gayret sarfetmeksizin, yaşayan dilde mevcut bazı eş anlamlı sözcükleri (örneğin; analiz-çözümleme, faktör-etmen, fonksiyon-işlev, vb.), uygun düştüğü ve gerektiği takdirde, aynı metin içinde kullanmanın sakıncalı olmadığı, hatta dilin zenginliğini korumak bakımından yararlı olduğu görüşündeyim.

Okuyucu, yazarın, yoğun benzetmeler ve sembolik ifadeler içeren karmaşık (karışık değil) bir yazma stili olduğunu ve didaktik olmayan serbest bir dil kullandığını farkedecektir. Kitap, az çok birikimli ve “haberdar” bir okuyucuya hitap etmektedir. Dilin karmaşıklığı yanı sıra, yazarın doğa bilimlerinden insan bilimlerine ve felsefeye uzanan zengin bir formasyona sahip olması ve bunun sonucu çok çeşitli alanlara ait bir vokabüler kullanılması, kitabın benzer bir formasyona sahip olmayan biri tarafından çevrilmesini güçleştirmektedir. Bunlar, esasta, bir yabancı dilin bilinip bilinmemesine bağlı olmayan güçlüklerdir. Bu tür nedenlerden kaynaklanabilecek bazı çeviri yetersizliklerine, kendimden kaynaklanabilecek başka eksiklikleri,  kusurları  veya anlam kayıplarını eklememiş olmayı ümit ediyorum.

Yararlı olması dileğiyle.

Nuri Bilgin

1. Bilgi Olarak Belirsiz

Birtakım muğlak olguların, belirsiz şeylerin ve içinde karar almamız, davranmamız veya tepki göstermemiz, pozisyon almamız gereken durumların ortasında yaşıyoruz. Tüm bu şeyler, ne kadar belirsiz olurlarsa olsunlar, bilincimize kavramsal bir nitelikte görünürler; onları adlandırırız; onların üstünde önce zihinsel, sonra da tüm riziko ve tehlikesine rağmen pratik işlemler yaparız. Yaşamak, belirsiz şeylerle yüz yüze gelmek demektir. Dünya, tanımlanmış değişkenler arasında güçlü bir korelasyon biçiminde ifade edilen kesin, aşkın ve karşı çıkılmaz bir hakikati keşfetmek üzere, deneycinin çeşitli olguları keyfine göre soyutladığı, arıttığı ve denetlediği bir laboratuvar değildir. Biz, hava sıcaklığından söz ederken, aslında refahımızı; adaletten söz ederken aslında kendi çıkarlarımızı; iyilikten ve kötülükten söz ederken aslında yatırımlarımızı düşünürüz.

Günlük yaşamımızda bizi yönlendiren ve bilinç akımımıza kendini dayatan varlıklar ve değerler, kültürümüzün kabul ettiği anlamda “bilimsel” nitelikte değildir. Bununla birlikte, bunlarla yaşamak ve hareket etmek zorundayız; sadece çok özel durumlarda, açık seçik bir şekilde tanımlanmış kesin değişkenlerle yüz yüze geliriz. Kafka’nın kahramanı kadastro memuru idi ve mesleğinin özelliği gereği, çeşitli yerleri dolaşarak, alıcı kadar satıcıların da, yani hepimizin üzerinde hemfikir olduğu kesin ölçümler yapmaktaydı. Fakat, ölçümlerinden çıkardığı kesin bilgiler, onun kişisel yaşamının akışında herhangi bir şeye yaramıyordu.

2. Batının Bilimsel Kaderi

Kuşkusuz, bizim dünyamız, gittikçe daha “bilimsel” hale gelme yönünde bir tercih yapmıştır; bu tercihe göre düşüncenin, anlaşılabilir olanın ve evrensel tutarlılığın tek gerçek zaferi bilimdir. Oysa, bilim, fizikçinin beyniyle donatılmış olarak doğmamıştır; bilim tamamlanmış bir sonuç olmaktan önce bir süreçtir; doğru düşünmeye sürekli yeniden başlama yönünde zahmetli bir çabadır. Esasen, tüm insanların zaman bütçesi içinde, “kesin” bilimsel düşünce, çok küçük bir paya sahiptir. Biz yaşamımızda, bizi çevreleyen bu belirsiz şeyleri, daha önceleri olduğundan daha az keyfi bir tarzda kavramaya çalışıyoruz; belki de bizim rasyonel olma dediğimiz şey budur; rasyonel olma, bir durum değil, bir yaklaşımdır. Zihnimizin hizmetinde, bizim düşüncemize, öngörmemize, yapmamıza yardım edecek ne var? Fazla bir şey yok. Tanıdığımız kadarıyla bilim, bize, belirsiz olan, kaypak olan, değişen, aynıyla tekrar etmeyen şeylerden söz etmemektedir. Bir titri olan temsilcileri vasıtasıyla, değişkenler arası güçlü korelasyonları, yaşamın zayıf korelasyonlarına tercih ettiğini ifade etmektedir. Muğlak olgular, belirsiz ilişkiler, her şeyden önce, nicel değişkenler arası korelasyonların zayıf olduğu (.20 -.40 -.60) ve değişkenler arası ilişkilerin kesin olmadığı sistemlerdir. Fakat, zayıf bir korelasyon, yine de korelasyon yokluğundan başka bir şeydir ve bu da bilimin konusudur, üstelik önemli bir konusudur; çünkü gerçek yaşamın dokusudur. Ancak, burada, yine de olgular söz konusudur; yani bilincimize kendilerini değişmez hatlarla sunan, bir başı ve sonu olan, diğer şeylere kıyasla farklarını incelemeden önce benzerliklerini veya özdeşliklerini fark ettiğimiz şeyler söz konusudur. Biçim (forme), kendi değişikliklerinden (variations) önce vardır; onlara aşkındır; bu bize Gestalt Psikolojisi’nin öğrettiği bir bulgudur.

Bilincimizdeki bu biçimler, tıpkı uzunluklar ve fiziksel akımlar gibi bilim konusu olmak zorundadır; onlar da adlandırılabilir; onların da kategorilendirilebilmesi, denetlenebilmesi ve ifade edilebilmesi ve hatta belki de yasalarının bulunabilmesi gerekir. Niçin bunu, bu kadar az yapıyoruz? Örneğin, birlikte olduğumuz kadının aşkı, vergi müfettişinin sert tavrı, reklam mesajlarının cazibesi, şefin bilgeliği, sosyal konuların nazikliği gibi belirsiz değişkenleri ele aldığımızda, niçin deneme ve yanılma yöntemlerine, yaşanan anın veya sezgimizin bizi yönlendirişine, mevcut peşin yargılara dayanıyoruz? Kimseler onları incelemediği için mi? Herhalde. Ama başka nedenler yok mu? Belirsiz olgular “kategorisi”nin ne kendine özgü yöntemleri ne de “bilim”i var. Bu olgular alanının kuralları yok mu? Kesin bilimler bize kolay cevabı veriyor; bu alan, muğlak; dolayısıyla kuralsız ve yasasız, anomik ve sonuçta bilimin hüküm sürdüğü alanın dışındadır.

Aslında, bu, muğlak fikirleri, belirsiz kavramları keyfimize göre yanlış fikirlerle karıştırmak ve “tüm bunları” henüz felsefeden çok da ikna edici olmayan bir şekilde ayrılmış olan ve zaten belirsiz bir terim olan “insan bilimleri” veya “sosyal bilimler” adı altında yerleştirdiğimiz disiplinler ailesine terk etmek, onlara sırtımızı dönmek demektir. Bu anlamda, daha sonra yeniden ele alacağımız bir noktaya değinelim; rasyonel bilginin Batı’daki gelişimi boyunca dayatılan bu tutum, epistemolojik alanda görülen tek tutum değildir. Özellikle doğu dünyası, daima başka ikna ve keşif yöntemleri uygulayagelmiştir. Hatta Batı’da bile, “yüzeydeki düşünce”, Batı’nın doğrusal aklına (geçici olarak?) bağlanmazdan önce, anahtar şekil, anatomik kesit, aydınlatıcı şema, sayısal tabloların yan yana getirilmesi gibi yollarla, açık seçik bilgiye ve öngörüye ulaşmanın başka yollarını önermiştir.

Bu kitapta savunacağımız görüşe göre “Bilim” sözcüğü, insan zihnine sunulan düzenli biçimlerin bilgisi anlamındadır –yani bilim, sadece bu demektir, ama tüm bunlar da demektir– ve dolayısıyla, kesin olmaları neden gösterilerek üzerinde uzlaşılmış bilimlerle sınırlandırılamaz; burada bir sapma vardır; düşünce tarihinin belirli bir döneminde, insan zihninin o zamanki bilimsel araçlarla hâkim olunması güç ve belirsiz çok sayıda olguyu bir yana bırakması, kuşkusuz yararlı olmuştur; ama bu yine de bir sapmadır. Söz konusu dönemde, insanın çabasını doğa bilimleri üstünde odaklaştırması daha basit, daha verimli ve daha rahattı; çünkü bu bilimlerin konusu insana az bağımlıdır ya da en azından, “gözlemciden bağımsız bir gerçeklik kavramının anlamsız olduğunu” (D’Espagnat) ortaya koyan mikro-fiziğin doğuşuna kadar bu böyle görülmüştür.

Bu kitapta savunacağımız tez budur; kesin (?) bilimlerin yanı sıra, kesin olmayanın, belirsizin, muğlak olanın, zayıf korelasyonların bilimleri vardır ve bunlar bizi günlük yaşamımızda yüz yüze gelmek, karşılaşmak zorunda olduğumuz şekliyle gerçeğin bilgisine doğa bilimlerinden daha çok yaklaştırmaktadır; bu alanda bir epistemoloji (hakikate ulaşmak için kurallar), bir metroloji (belirsizin ölçme teknikleri ve bilimleri) ve bir metodoloji (insanın belirsiz şeyler üstünde etkili olmasını sağlayacak yöntemlerin bilgisi) oluşturmak zorundayız.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.