Bak, Gene O Şey

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Tuncer Erdem günümüz öykücülüğünün dikkat çeken kalemlerinden. Her yeni kitabında yeni bir aşamada olduğunu gösteriyor. bak, gene o şey yükte hafif pahada ağır, yani tam bir ustalık ürünü. Bakmanın, görmenin halleri üzerine olabildiğince minimal öykülerden mürekkep bir kitap... Şaşkınlık, hayranlık, tiksinti, öfke, keder, şefkat ve mutlulukla dünyaya, üzerindeki şeylere bakan; onların suretlerini seyre dalan; tüm bunları hayalinde başka suretlere dönüştürürek anlatırken suretlerle asıllarını birbirine karıştıran anlatıcının sesi bütün öyküleri katediyor. Kafası karışık, dalgın, kuruntulu, kuşkulu: Öykülerini kime anlattığından bile emin değil.
Yan odada ona kulak veren biri mi var, bir okura ya da dosta mı sesleniyor? Yoksa pencere önündeki meraklı kargaya mı?
Okuyup görmeli!

Sen

Alınmak yok! Sözün gelişi diyorum... Seni kedine benzetiyorum. Aslında benzetiyorum demek hata oldu belki de. Benzetmek için bir benzeyen olmalı, bir de benzetilen. Kedini göz ucuyla da olsa görüyorum arada bir, ama seni hiç görmedim ki! Gerçi dedim ya, sözün gelişi işte. Belki de bana seni anımsatıyor demek istedim, öyle çıkıverdi ağzımdan.

O kedi, lacivert gözleri alabildiğine derin, varlığı olabildiğince belirsiz, esrarengiz bir kedi. Bazen odamın kapısının yanında olduğunu hissediyorum ve orada bir gölge görüyorum. Süzülen bir karaltı, kapı sövesine sürtünerek gözden kaybolan bir kuyruk.

Hiç ses duyulmaz o yürürken, hafif bir tıpırtı, yere değen tırnakların cıyırtısı, duvara sürtünen tüylerin hışırtısı... Hiçbir ses...

Bazen masamda otururken onun arkamda, oda kapımın kenarında, oturmuş beni izlediğini sezerim. Dedim ya, ses duymam, ama o oradadır bilirim. Aralık duran balkon kapısından girmiştir içeri. Bütün gün çatılarda, balkonlarda, aydınlıklarda, apartmanların arka bahçelerinde dolaştıktan sonra akşamüzeri yolu benim odama düşmüştür. Benden ne ister bilmem! Ona ne yemek ne de süt veririm. Zaten kendini sevdirmez de. Sivri kulaklarının gölgesi hemen yanımdaki duvarın dibine düşer. Gölgesinin bir bölümü süpürgeliği aşıp döşemeye yayılır, bir bölümü de, yani öteki kulak da, duvarda yan yatmış bir piramit gibi uzanır - akşam güneşinin gölgeleri uzatan ışığıdır bunun sebebi. Ürkütmeden hafifçe geri döneyim derim, şöyle bir yekinince, duvardaki, süpürgelikteki ve döşemedeki parça parça gölgeler, toparlanıp hep birlikte çekilir giderler.

Biliyor musun, onu bir gün ansızın yakalamayı, kucağıma almayı, ona yakından bakmayı istiyorum. Hem de çok. Böylece senin neye benzediğini de biraz olsun anlarım belki. Seni ona benzetmiştim ya, o yüzden... Gerçi sözün gelişi demiştim, ama onu niye sana benzettiğimi hâlâ çıkaramadım. Laf aramızda, hangi sözün gelişi olduğunu da... Bu aralar çok çabuk unutur oldum. Dalgınlaştım. Kuşkularım çoğaldı. Bazen onun gerçekten var olup olmadığı konusunda da kuşkuya kapılıyorum.

Ama var, biliyorum. Yoksa gölgesi olmazdı! Yoksa sana nasıl benzerdi?

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.