Aynadaki Avlu

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Sevgi Özdamar’ın çeşitli sebeplerle Almanca gazete ve dergilerde yayımlanmış yazılarından oluşan Aynadaki Avlu, 2001’de Almanya’da basılmıştı. Türkçedeki bu ilk baskıya yeni yazılar ekleyen Özdamar, kültürler arasında köprüler kuran kitabında yakın geçmişteki toplumsal-tarihsel olaylara anılarının merceğinden bakıyor. Yaşamın ve ölümün uçlarını adeta şiirle bilenmiş kalemiyle yokluyor.
Birbirine ulanan olaylar ve anekdotlarla alttan alta öykülerin anlatıldığı Aynadaki Avlu, güncel sorunlara eğilirken insani boyutu gözden kaçırmamamız gerektiğini vurgulayan çarpıcı bir kitap.

Galiba yaşlı rahibe öldü. Sırtım kalorifere dayalı, mutfakta durmuş, yaşadığı yerde, karşı evde, odasındaki hüzünlü ışığın mutfak masamın üzerinde, duvarda asılı büyük aynada yanmasını bekliyordum. Avlunun diğer tarafındaki evden gelen ışığı, yıllardır benim batan güneşimdi. Aydınlık penceresini mutfaktaki aynada görür, evdeki lambaları ancak ondan sonra yakardım. Şimdiyse karanlıkta duruyordum ve elimde bir bisküvi vardı ama yemiyor, çok ses çıkarmaktan korkuyordum. Ya öldüyse…
Merdiven boşluğunun ışığı yandı, biri merdiveni iniyordu. Evimin kapısındaki buzlu camdan içeri vuran ışık mutfağa kadar geliyordu ve ben aynada, bekleyen yüzümü görüyordum. Merdiveni inen, Bay Volker olmalıydı. Eskiden adımları şimdikinden çok daha gürültülüydü. O zamanlar genç bir adamla yaşardı; yakışıklı bir oğlanla. Genç adam yukarıda, dikiş makinesinde kendisi ve Bay Volker için güzel kıyafetler dikerdi. Dikiş makinesinin tıkırtısından Bay Volker’in parke döşemesi zangırdardı, beraberinde de benim tavanım. Ve tavanın zangırdamasıyla, mutfak dolabında üst üste duran tabaklar da zangırdamaya başlardı. Genç adam ne zaman ara verse, dikip bitirdiği kumaşla dikiş makinesinin iğnesi arasındaki ipliği dişleriyle kopardığını düşünürdüm. Ben çocukken annem hep öyle yapardı. Saçlarının arasından daima birkaç iplik sarkar, yüzünün sağ yanını dikiş makinesine, iğnenin önüne dayar ve kumaşla iğneyi birbirine bağlayan ipliği dişleriyle koparırdı. Bana, bir keresinde sağ elinin orta parmağının, kumaşın üzerinde hareket halinde olan iğnenin altına girdiğini ve iğnenin parmağının içinde kırıldığını anlatmıştı. Doktorlar, “Aslında ameliyat da edebiliriz ama korkmayın, iğne hareket edip kalbinize yürümez. Orada, parmağınızda kalır,” demişlerdi.
Çocukken hep parmağını elleyerek o yarım iğneyi bulmaya çalışırdım. Bazen gece uykudan uyanır ve iğne hâlâ orada mı diye karanlıkta orta parmağını yoklardım. Orada mıydı, yoksa kalbine giden yolda ilerliyor muydu? Yıllarca kırık bir iğnenin bekçiliğini yaptım. Annem öldüğünde, mezarlıkta erkeklerin onu toprağa verdikleri yerdeki ağacın değil, bir sonrakinin altında duruyordum; çünkü kızların, ölünün açık mezarı başında durmalarına izin yoktu, orada sadece oğullar durabilirlerdi. Erkekler onu tabuttan aldılar, kefenini dört ucundan tuttular; birden, kefenden dışarı çıkan topuklarını gördüm. Sallanıyor, diye düşündüm, burası bir bahçe ve o, ağaçların arasına gerilmiş bir salıncakta sallanıyor, bense aşağıda duruyor ve topuklarını görüyorum.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.