Anadolu'da Kan Davası

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Kan davasını aile namus ve şerefinin korunmasına yönelik destansı bir alınyazısı olarak ele alan "romantik yaklaşım"yerine, bu şiddete toplumsal bir olgu olarak eğilme gerekliliğini savunan bir kitap Anadolu’da Kan Davası. Anadolu’daki geleneksel kan davalarını günümüzde yaşanan global şiddetin yerel bir dışavurumu olarak ele alıyor. Siyasal bilimci ve hukuk sosyologu Artun Ünsal’dan çok boyutlu bir çalışma...

İkinci Baskıya Önsöz Gibi...

Bu insanoğlu nerede duracağını bilmiyor: Filistin’den İsrail’e, Afganistan’dan Çeçenya’ya, Hindistan’dan Pakistan’a, Kolombiya’dan Peru’ya, Endonezya’dan Srilanka’ya, Kongo’dan Cezayir’e, İspanya’dan Türkiye’ye, Balkanlara, New York’tan Bağdat’a şiddet, kan ve gözyaşı kolgeziyor. Baş oyuncular kimi zaman devletler kimi zamansa dinsel, etnik ya da ideolojik gruplar. Büyük, küçük ölçekli çıkar savaşlarıyla özgürlük ve eşitlik savaşları, büyüğün küçüğü ezmesi veya küçüğün büyüğe başkaldırışı, karşılıklı öç almalar birbirine karışıyor. “Akıllı bombalar”la “neşter operasyonları” yapılırken bir yanda da kalaşnikoflar, el bombaları sahipsiz, intihar komandoları ise işsiz kalmıyor. Nedenleri ne olursa olsun yerel ya da küresel hiçbir şiddet operasyonunu veya eylemini mazur görmek pek kolay olmasa gerek. Gerçekten, bu insanoğlu nerede duracağını bilmiyor, bilemiyor. Süpergüç olsun bölgesel güç olsun kimi devletlerin güzel sözcüklerle de olsa gizlenemeyen çıkar çatışmaları, sınıfsal şiddet, etnik, dinsel, kabinesel şiddet Asya’yı, Avrupa’yı, Amerikaları ve Afrika’yı yer yer, zaman zaman yokluyor. Şiddet de “küreselleşiyor” ve giderek korkunç boyutlar almaya aday olduğunu gösteriyor. Çok daha sınırlı bir toplumsal şiddet ortamında karşımıza çıkan Anadolu’daki geleneksel kan davaları, günümüzde yaşanan küresel şiddetin ancak yerel bir dışavurumu olarak ele alınabilir. Aileler arasında kıskançlık, rekabet, çıkar savaşı, aile namusu ve şerefiyle güdülenen karşılıklı öç almalarla daha nereye kadar sürüp gidecek? Aile üyeleri devletin adaletine sığınmak yerine “kişisel adalet” anlayışına daha ne kadar kurban olacaklar? Van’dan İstanbul’a, Urfa’dan Sinop’a ülkenin dört bir yanında görülen kan davalarının, toplumdaki sosyo-ekonomik, kültürel ve siyasal gelişmeler sonucunda, tümüyle ortadan kalkmasa bile en azından yerel bir sorun olmaktan çıkacağı öngörüsünü 1995’te olduğu gibi bugün de koruyorum. Ne var ki, Anadolu’da hatta İstanbul, İzmir, Adana gibi büyük metropollere yerleşen Anadolulu aileler arasında kan gütme cinayetlerinin hâlâ sürdüğü de bir gerçek. Dahası, kan davası nedeniyle işlenen cinayetlerin failleri için Türk Ceza Kanunu’nda öngörülen idam cezasının 2002’de kaldırılmasıyla, bundan önce daha hafif ceza alacakları için genellikle ailenin 18 yaş altındaki üyelerinin yerine getirdikleri “intikam” görevine talip olacakların sayısının artması da beklenebilir. Rastgele seçtiğimiz gazete haberlerinden birkaçına bakalım: Adana’da oto tamircisi çırağı olarak çalışan 12 yaşındaki çocuk bugün bile bir kan davası kurbanı olabiliyor (Posta, 17 Haziran 1998); İstanbul Kartal Adliyesi’nde yüzlerce kişi önünde kan davası nedeniyle “çifte infaz” gerçekleşebiliyor (Hürriyet, 18 Mart 1998); Gaziantep’te “babasının intikamını alan” bir genç “töre için öldürdüm” diyebiliyor (Hürriyet, 17 Şubat 2002); Konya’da bir babanın öyküsü “cezaevinden salıverildi... oğlu öldürüldü... intikam yemini etti” başlığıyla verilebiliyor (Hürriyet, 24 Aralık 2000); Kırşehir’de cezaevinde cinayet tutuklusu bir yakınlarını ziyaret eden beş kişi hasım aile üyeleri tarafından pusuya düşürülerek öldürülebiliyor (Hürriyet, 7 Ocak 2000). Bir başka ilde, Çorum’un merkez Karapürçek köyünde bir kan davası pususu sırasında “vücudunu siper edip kızını kurtaran anne” ağır yaralanırken amca çocukları olan katillerin kurşunlarıyla aynı ailenin dört erkeği ölebiliyor (Hürriyet, 14 Ekim 2002); İstanbul Bakırköy’de babasının ölümüne neden olduğu gerekçesiyle yengesini öldüren genç bayan kan davası iddiasını reddediyor ve onu “beni sevmediği için öldürdüm” diyebiliyor (Hürriyet, 24 Mart 2003). Güneydoğu’da Şanlıurfa Siverek’te örneğin Beşyamaç köyünde 1920’lerde başlayan bir kan davası 80 yıldır sürüp giderken günümüzdeki kan davalıların bu düşmanlığın “sebebini bile unuttukları”na dikkat çekiliyor; Siverek’in “46 yetimli” Yeniköy’ünde ise kadınların “nöbette” oldukları bildiriliyor. (Hürriyet-Pazar, 11 Mayıs 2003). Öte yandan geleneksel kan davalarının dışında da bilinçsiz öç alma duygusu sadece büyük aileleri, aşiretleri ilgilendirmiyor. Örneğin on yıl önce İskenderun’da bademcik ameliyatı sırasında beş yaşındaki kızını yitiren anne kendince suçlu gördüğü ameliyatı yapan doktorun izini sürerek onu öldürebiliyor (Hürriyet, 28 Ocak 1996) ya da Aydın’ın Çine ilçesinde köpeğini vuran komşusunun yaşamına son verecek kadar öç alma duygusu güçlü insanlara rastlanabiliyor (Hürriyet, 12 Eylül 2002). İşin ilginç yönü, TBMM’de kuliste bir kavga sırasında bir milletvekilinin bir başka milletvekili tarafından öldürülmesinin ardından aynı zamanda Güneydoğu’daki Şıhan aşiretinin de reisi olan maktulün yerine geçen yeğeninin, bölge milletvekillerinin yatıştırıcı çabalarının ardından “kan davası gütmeyeceğiz” sözünü vermesi belki de bu acı olayın en olumlu yanı sayılabilir. Ama, intikam güdüsünün kolay kolay küllenemeyeceğini de ekleyenler olacaktır elbet. Anadolu’da Kan Davası öncelikle ülkemizdeki bir toplumsal yaranın nedenleri üzerinde duruyor. Ne var ki, okurlarımızın yöresel/kentsel görüntülü yerel şiddetle küresel şiddet arasında pek fark olmadığını kolaylıkla göreceklerini de düşünüyorum. Gerçekten, ister devletler, uluslar, bölgeler, ister etnik, dinsel, kültürel, ideolojik gruplar, ister kırsal kökenli aşiretler ve aileler arasında yaşanan, “biz ve onlar” ayrımına dayalı çıkar ve iktidar çatışmalarında çözümü sadece şiddete başvurarak arama yöntemleri özünde aynıdır. Oysa, maddi ve manevi kaynakları paylaşmayı reddeden şiddet, yerel ya da küresel çözümsüzlüğün anası değil midir? Artun Ünsal, İstanbul, Haziran 2003

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.