Amerikan Cinneti

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

Beş yıl süresince ABD’nin ve ona bağlı olarak dünyanın geçirdiği değişimi ve geldiği noktayı çok yönlü olarak tartışan Amerikan Cinneti, ABD narsisizminin 11 Eylül sonrasında medyanın da yardımıyla nasıl bir toplumsal cinnete dönüştüğünü, son derece kıvrak bir üslupla gözler önüne seriyor. Kitap; her şeyin birbirine karıştığı, hızla değiştiği bir süreci (Soğuk Savaş – Küreselleşme süreci) toparlıyor, hafıza tazeliyor da denebilir. Metnin bütünü siyasi tarihi iyi takip ediyor; yerinde tespitlerle olaylar arasında sağlam bağlantılar kuruyor. Çelişkileri iyi yakalıyor. Dünya siyasetinde 17 yılda olup bitenlerin başarılı bir sentezi. Sade bir dil ve objektif bir anlatımla kaleme alınmış. Ayrıca Amerikan halkının iç dünyasını, bilinçaltını ve algılama kapasitesini de ironik, yer yer de trajik biçimde ortaya koyma konusunda başarılı.

Giriş

2001’den 2006’ya... Bu, öyle herhangi bir beş yıl değil. Her kriz, tarihi ve zamanı hızlandırır; bu beş yılın temposu zamanı hızlandırmakla kalmıyor ortalığı toza dumana katıyor. ABD de değişiyor, değişirken de dünyayı altüst ediyor.
11 Eylül 2001 günü New York’a iki saat mesafedeki bir kulenin 17. katındaydım. Dışarı fırladığımda o gün birkaç saat içinde “Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” diyen şok, nefret, korku içindeki insanlarla burun buruna geldim. Halk, o gün koyduğu teşhiste yanılmadı. ABD birkaç dakika içinde değişti. Ve bir daha eskisi gibi olmadı. Dünyada da taşlar yerinden oynadı. Ve bir daha yerine oturmadı. Birkaç gün sonra saldırıya uğramış New York’a ulaştım. New York, trajedisiyle boğuşuyordu ve 11 Eylül saldırılarının adı hiperterörizm olmuştu. Liberal New Yorklu bile savaşa hazırdı. Hiperterörizme karşı savaş başladı başlayacaktı. Ama savaş kime karşıydı? Adı ne olacaktı? CIA eski başkanlarından James Woolsey gibi düşünenler bu savaşın adını koymakta gecikmediler: “4. Dünya Savaşı.” Sonra olayın resmi adı kondu: “Teröre karşı savaş.” Aradan geçen beş yıl içinde hedefler değişti, nedenler ise daha çok değişti. Hâlâ da değişiyor.
11 Eylül saldırılarının beşinci yılı. İlk bilanço için yeterli bir süre bu! Beş yılın verileri ortada. Amerika, demokrasisi, siyaseti, hukuku, dış politikası, günlük hayatı ile eski Amerika değil artık. Dünya ise tanınmayacak halde. Ve “Korkunç bir Eylül sabahı dünya değişti. Ve o gün biz dünyayı değiştirdik” diyen George W. Bush neyi değiştirip yerine neyi koyduklarını hâlâ anlatamıyor. Zaten anlatmaya da çalışmıyor!
11 Eylül sonrasına hâkim olan “Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” tekerlemesinin beş yıl içinde Amerika’da devlet politikası haline gelişine tanıklık ettim. Özellikle de dış politikada yaklaşımlar, söylemler, beklentiler, dostlar, düşmanlar ve öncelikler tersyüz oluyordu. ABD’nin, eski Amerika olmamaya karar verdiği andan itibaren hiçbir ülkenin de eskiye, eski Amerika’ya nostalji duymasını istemediği açıktı. Eski dost, eski müttefik, eski silah arkadaşı, Kore Gazisi, Soğuk Savaş bekçisi vs. bu hatırlatmalara, özlemlere tepkisi büyüktü. Avrupa ABD’nin gözünden düşüverdi, çünkü stratejik önceliğini kaybetmişti. Amerikan dış politikası için düşünce üreten kuruluşlarda konuştuğum pek çok uzman, başlarını iki tarafa sallayıp “Türkiye mi? Bundan sonra ilişkiler kolay olmayacak” diyorlardı. ABD, Hindistan’a göz kırpmaya başladı. Yeni flörtlerin peşindeydi.
Bu arada ABD’nin gözünde uluslararası hukuk, uluslararası kuruluşlar da eskinin mamulü sayıldığı için piyasadan çekilmeliydi. Washington, kararlarında Birleşmiş Milletler’i teğet geçmeye başladı. Başına buyrukluk, dediğim dedik tavrıydı bu! Yoksa 21. yüzyılın süper gücü, 21. yüzyılın Roma İmparatorluğu olma yolunda mıydı? Son yirmi beş yıl içinde yeni Amerikan sağı adım adım, yudum yudum yeni hegemonya reçeteleriyle ABD’nin dünyadaki rolünü tanımlamakla meşguldü zaten. Kısaca bütün mesele “güç” ile olan ilişkiye odaklandı. Tarihteki örnekleri gibi çıldırtan, yozlaştıran, baştan çıkartan, pusulayı şaşırtan güç. 11 Eylül’de kendi bağrında vurulan dev, zembereğinden boşaldığında dünyaya, “Hegemonyamı yeniden tanımlıyorum. Emperyalliğimi diğer ülkelerin hissetmesini istiyorum. Koalisyonları misyon belirler, eski ittifakları sırtımda taşımam” mesajını veriyordu. Washington yeni stratejisinin adını koydu: “Tehlikeyi belirmeden ortadan kaldırırım. Ne başka ülkelerin görüşünü alırım, ne de uluslararası kuruluşları dinlerim.” Bunun adı Bush Doktrini oldu.
Dünya şaşkına dönmüştü. ABD değiştiği için her ülke değişmeliydi. ABD ile olan eski ilişkiler gözden geçirilmeliydi. Pek çok ülke, süperliğini yarı emperyal tonlamalarla ifade eden 11 Eylül Amerikası ile nasıl başa çıkacağını, tekneye nereden, nasıl atlayacağını kestirmekte zorlandı. Bugün de zorlanmaya devam ediyor. Aslında ilk sınav Irak Savaşı’nda verildi. Irak Savaşı yeni ABD gerçeğini ve “yeni dünya düzensizliği”ni bütün çıplaklığı ile ortaya koydu.
Bugünkü duruma gelince; kötü bir evlilik gibi, Amerika’sız olmuyor ama Amerika’yla da baş edilemiyor. Amerika ürkütüyor, tehdit ediyor. Kısaca ABD değiştiği için dünyanın değiştiği kesin ama değişen dünyanın tanımı ve kurumları ortada yok. ABD dünyayı adeta buz üstünde dansa davet ediyor. Sadece ABD ile ilişkilere ait bazı yeni kuralların söylentisi dolaşıyor ortada. Yani ABD ilişki değil itaat istiyor. Soğuk Savaş döneminin dostlukları, ittifak bağları ve kodları kalkmış. Ortada sadece birtakım konjonktür beraberlikleri var. Konjonktür gerektirdiğinde askeri ve sivil cenah uçaklara atlayıp karşılıklı temaslarda bulunuyorlar. Örneğin ABD’nin paçası sıkışınca Genelkurmay Başkanı Ankara’ya gelip Türkiye’ye methiyeler düzüyor. Yoksa Kuzey Irak’ta Türk subaylarının başına çuval geçiriliyor. ABD’li yöneticiler Irak politikasına öfkelendikleri Fransa’yı “cezalandıracağız” deyiveriyor. Sonra İran’ın nükleer programını önlemek için Chirac’ın kapısını çalıyorlar. Fransızlar ise “Aman, Amerika ile buzlar eriyor” diye seviniyor. Washington’dan zoraki bir gülümseme geldiğinde başta medyada olmak üzere Türkiye’de de bayram havası esiyor.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.