Ağaçlar Ülkesine Yolculuk

PAYLAŞ
SATIN AL YORUM YAZ
Kitap Akrabalıkları

1994 yılında, “Yaşayan En Büyük Fransız Yazar” seçilen Le Clézio’dan  çocuklar için küçük ama çok anlamlı bir kitap: "Ağaçlar Ülkesine Yolculuk".

Yedi sekiz yaşından beri sürekli yazan ve hayatı yolculuklarla geçen Le Clézio’nun 23 yaşındayken yayımlanan ilk kitabı ödül aldı. Diğer ödüller bunu izledi. 2008 yılında Nobel Edebiyat Ödülü sahibi oldu. 1963 -1975 yılları arasındaki döneminde, çağdaşları Georges Perec ve Michel Butor gibi, biçimsel bazı olanaklardan yararlanma arzusuyla delilik, dil, yazın temalarıyla uğraşan romanlar ve denemeler yazdı. Yenilikçi ve asi bir yazar olarak nitelendi; bu nedenle Gilles Deleuze ve Michel Foucault’nun hayranlık duyduğu bir isim oldu. 70’lerin sonlarına doğru tarzında bir değişiklik meydana geldi. Daha dingin, sade ve açık bir dil kullanmaya başladı; çocukluk, azınlık ve yolculuk temaları öne çıktı. Kitapları büyük bir okur kitlesine kavuştu. Le Clézio, Ağaçlar Ülkesine Yolculuk’ta, çocukları doğanın kendi sesini duymaya çağırıyor. Ağaçların gördüklerini, dinlediklerini, konuştuklarını; onların hikâyelerini dinlemek için, onlarla dostluk etmek gerektiğini anlatıyor.  Ağaçlar Ülkesine Yolculuk ormanın derinliklerine doğru yolculuğa çıkan bir çocuğun ağaçlarla tanışıp dost olmasının hikâyesi.

Bir zamanlar, canı sıkılan bir çocuk varmış. Yolculuk etmek, gökyüzünü, denizi ya da ufkun ötesini gezmek istermiş. Ama insanın, yolculuk etmek için birtakım araçlara ihtiyacı vardır. Oysa o oğlanın ne gemisi, ne arabası, ne treni ne de bunların yerini tutacak herhangi bir şeyi varmış. Bu yüzden, ne çare, otururmuş oturduğu yerde, canı da biraz ondan sıkılırmış. Derken gün gelmiş, yolculuk etmek için kanada ya da yüzgece gerek yok ki diye geçirmiş içinden. İşte o zaman ağaçlar ülkesine gitmeyi koymuş kafasına. Aslında bu kararı öyle şıp diye vermemiş. Zaten uzun zamandır ormanda gezintiye çıkıyor, orada tuhaf tuhaf hislere kapılıyormuş: Bazen ağaçların onunla konuşmak istediğini sanıyormuş bazen de hareket ettiklerini. Günden güne, ormanın farklı yerlerini gezdikçe ağaçların kımıldadığını düşünmeye başlamış. Bakıldığında, ağaçlar hareketsiz görünür elbette. Ayrık dallarıyla, rüzgârda titreyip oynaşan yapraklarıyla, toprağın üstünde dimdik dururlar.

Ne var ki bu, ağaçların kurnazca bir oyunudur, gören yıllarca hep aynı yerde durduklarını sansın diye oynarlar bu oyunu. Sapasağlam kökleriyle kara toprağa tutunup yumuşakbaşlı, uysal bir görüntü çizerler. Dikkatli bakmazsak, hiçbir şey istemediklerini, konuşmayı bilmediklerini sanabiliriz. Ama bizim oğlan bunun hiç de doğru olmadığını biliyormuş. Ağaçlar hareketsiz değildir. Uyuyor gibi, yüzyıllar süren derin mi derin bir uykuya dalmış gibi görünürler. Hiçbir şey düşünmediklerine inanabilir insan. Bizim oğlansa ağaçların uyumadığını biliyormuş. Yalnızca biraz çekingen, utangaç imişler, o kadar; bir insanın yaklaştığını fark etmeye görsünler, köklerine sıkıca sarılıp ölü taklidi yaparlar. Dalgalar çekilmişken, ayak sesi duyduklarında yaşlı kayalara sarılıveren kabuklu hayvanları andırırlar biraz da. Ağaçların çekingenliğini kırmak gerekir.

* E-posta adresiniz hiç kimseyle paylaşılmayacaktır.